Uluslararası İlişkilere Dair Bazı Terimsel Bilgiler


Birinci Vuruş Yeteneği (first-strike capability)

Bir nükleer çatışmada ani bir nükleer saldırıya karşı tarafın gücünü hızlı bir şekilde tahrip etme veya zayıflatma yahut misilleme imkanını ortadan aldırma stratejisini uygulama yeteneği. Birinci vuruş teorisi bir tarafın yapacağı büyük çaptaki bir saldırıya karşı tarafın yaralarını saramayacak şekilde tahrip edilmesi ve felce uğratılması sonucu savaşın kazanılmasını varsayar. Birinci vuruş yeteneği bir devletin elinde bulunan nükleer başlıkların sayısına ve gönderme araçlarına bağlıdır fakat aynı zamanda da düşmanın ikinci vuruş yeteneğine sahip olma gelişmişliğiyle sınırlıdır. İkinci vuruş yeteneğinin tahribatından kaçınmak için, ABD ve SSCB filolarda ve uydu ülkelerde katılararası füzeleri yerleştirmişler, çok yönlü nükleer başlıklı füzeleri denizden fırlatan denizaltıları da dünyanın değişik okyanuslarına dağıtmışlardır.


Dehşet Dengesi (balance of terror)

Nükleer güce sahip devletler arasında olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak topluca yok olma korkusu doğrultusunda doğan denge A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi, çok çeşitli imha silahları ve bunları taşıyacak füze sistemlerine sahip iki taraftan birinin, ilk saldırısına ötekinin vereceği yanıtın önlenemeyeceği anlayışı üzerine yatmaktadır. Ani bir saldırıda karşı tarafın çok iyi şekilde korunan nükleer silah kapasitesinin tam anlamıyla yok edilemeyeceğinin bilinmemesi dehşet dengesinin yarattığı yıldırıyı arttırmaktadır. Dehşet dengesinin yıldırıcılığı tarafların daha çok ürettikleri öldürücü silahlar sonucu daha da artmıştır.

Dehşet dengesini yaratan geniş nükleer silah stoğu topyekün savaşı akılcı bir devlet politikası olmaktan çıkartırken, kaza sonucu bir savaşın çıkması tehlikesini büyük oranda arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde atom bombası üzerine kurulu olan denge, Hiroşima'ya atılan bombadan binlerce kat daha güçlü bombaların üretimi sonucu daha da şiddetlenmişti. Dehşet Dengesi'nin varlığı Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir topyekün savaşı önlemişse de, Kore ve Vietnam Savaşları gibi "sınırlı savaşlar" devam etmiştir. Dehşet Dengesi "Karşılıklı Mahvolma" (Mutually Assured Destruction) olarak da anılır.


Kapalı Diplomasi (closed diplomacy)

Bir diplomasi anlayışı ve uygulaması. Eski diplomasinin belki de en önemli niteliklerinden biri gizlilik rolü. Gizlilikten diplomatik görüşmelerin gelişme biçiminin ve sonuçlarının kamuoyuna açıklanmaması kastediliyordu. Nitekim bu yüzden I. Dünya Savaşı'nın başlamasına değin uluslararası politika bir bakıma saray politikası niteliğinde idi. Yani diplomasi ilişkileri çoğu kez bizzat hükümdarlar tarafından yürütülüyordu. Yabancı ülkelere gönderilen diplomatlara da hükümdarın kişisel temsilcisi gözü ile bakılıyordu. Bu eski diplomasi türünde sadece diplomatik görüşmelerin değil; varılan sonuçların da açıklanmaması ya da gizli tutulması giderek artan anlaşmaların ve sözleşmelerin yapılmasıyla sonuçlanıyordu. Bazen bir bölge halkı başka bir devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğreniyordu. Bu tip diplomasiye karşı en büyük tepki ABD başkanı Wilson'dan gelmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılacak açık sözleşmelerden söz ediliyordu. Gerçekten 20. yy.'da demokrasinin gelişmesi halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılması gibi nedenlerle diplomasi eskiye oranla daha açığa bürünmüştür. Bununla beraber gerek diplomatik gelişmeler gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar açısından söz konusu olan bir nisbi "açıklığı" fazla da abartmamak gerekir.


Bağımlılık (dependence)

İki veya daha fazla sayıdaki uluslararası politika biriminin arasında simetrik olmayan bir etki ilişkisi. Günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. İlki, özellikle Anglo-sakson yazarlar kavramı, bir (A)devletin tutum ve davranışlarının bir başka devletin (B)tutum ve davranışları ile açıklanabilmesini, (A)'nın (B)'ye bağımlılığı olarak tanımlamaktadırlar. Bu türden bir bağımlılık terimi en azından derecelendirme yolu ile ölçülmeye nisbeten uygun bir görünümdedir. İkinci olarak uluslararası sistemi merkez/çevre ikilemi içerisinde gören ve Andre Gunden Frank başta olmak üzere Latin Amerika üzerinde uzmanlaşmış bazı yazarlar ise, kavrama devletlerarası bir ilişkinin ötesinde bir anlam yüklemektedirler. Bu bağlamdan bağımlılık olgusu, metropol ülkenin karar alma mekanizması, merkez/çevre bağlantısında önemli bir role sahip olan çok uluslu ve uluslarüstü şirketler, çevredeki yerel karar odakları gibi birimler arasındaki bir ilişki ve bu ilişkinin içerisinde oluştuğu yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir bağımlılık ilişkisinin derecelendirme yolu ile ölçülebilmesi oldukça zor görünmektedir.


Böl ve Yönet (divide and rule)


Rakiplerini bölerek ya da onları bölünmüş vaziyette tutarak zayıf durumda bırakmak isteyen devletlerin izledikleri yoldur. Bu bir tür hükümran olmak için bölmektir. XIX. yy.'da sömürge imparatorluklarının kuruluşunda, Asya ve Afrika'nın komşu topluluklarını birbirine düşman etmek için bu kuraldan çok yararlanıldı. Bu politikanın en iyi örneklerini Almanya'ya karşı Fransa'nın politikasında ve Avrupa'nın öteki ülkelerine karşı izlenen Sovyet Politikası'nda görüyoruz. Son birkaç yüzyıldan beri II. Dünya Savaşı’nın sonuna değin, Fransa'nın Almanya'ya karşı politikasının ana teması, ya Alman İmparatorluğunu küçük bağımsız devletlere bölmek ya da bu gibi küçük devletlerin birleşerek tek bir devlet kurmalarını önlemek olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra bölünmüş olan Almanya'nın birleşmesine de yine Fransa karşı çıkmıştır. Bunun gibi Sovyetler Birliği de Avrupa'nın birleşmesi konusundaki her plana karşı çıkmış; birleşmiş bir Avrupa'yı kendisi için bir tehlike olarak görmüştür.


Çok Kutuplu Sistem (multipolar system)

Çok sayıda devletin hemen hemen eşit etki, güç ve statüye sahip olduğu sistemdir. Bu sistemde birden fazla devlet uluslararası sistem ve dünya politikası üzerinde söz sahibi ve yönlendiricidir. Bu sistem Tek-Kutuplu veya İki-Kutuplu sisteme göre daha gevşek, karışık ve istikrarsızdır. Çünkü uluslararası alanda yapılan herhangi bir hareketin, müdahalesinin, hamlenin gerçekte kimi hedef aldığı, kime yöneldiği önceden kestirilememekte ve önlem alınamamaktadır.



Dış Politika Stratejileri (strategies of foreign policy)

Bir devlet ulusal çıkarlarına uygun olarak belirlenmiş olan dış politika amaçlarını gerçekleştirmek için uygulamış olduğu temel politikalar. Stratejiler bir bakış açısına göre üç bölüme ayrılır. Bu gün en çok uygulanan stratejide yabancı bir güç veya güçlere karşı birbirlerine yakın hisseden veya çıkarları aynı olan devletler ittifak yapabilir veya koalisyon kurabilir. Diğer bir strateji ise, bir devletin kendi dışında olan sorunlara mümkün olduğunca karışmaması diğer ülkeler ve uluslararası organizasyonlar ile en düşük seviyede ilişki kurması yani yalnızlık (isolationism) stratejisidir.

I. Dünya Savaşı öncesi Amerika bu stratejiyi uygulamıştır. Bu stratejilerin sonuncusu ise bağlantısızlık (non-alignment)'dir. Uluslararası ilişkiler uzmanları, Batı Bloku birinci, Doğu Bloku ikinci, bunların dışında kalan devletler de üçüncü dünya ülkeleri demiştir. Doğu Bloku'nun ortadan kalmasıyla 1950 ile 1990 yılları arasında önemli etkileri olan üçüncü dünya ülkelerine Bağlantısızlar denmiştir.

Bir başka bakış açısına göre dış politika stratejileri, kurulu uluslararası sisteme karşı devletlerin takındıkları tutuma göre revizyonist (antistatükocu) ve anti-revizyonist (statükocu) diye ikiye ayrılabilir. İki savaş arası dönemde Çekoslovakya, Polonya, Yugoslavya ve Romanya anti-revizyonist yani güç dağılımını destekleyen bir politika izlerken, Macaristan, Bulgaristan ve İtalya revizyonist bir politika izlemişlerdir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar