İşgal Altındaki Müslüman Zihin ve Kimliklerimiz




Küreselleşme, uluslararası ilişkiler, alışverişler, iletişimin küreselleşmesi; kültürlerin birbirleriyle karşılaşmalarını, etkileşim içerisine girmelerini, birbirlerini etkilemelerini mümkün kılıyor. Ancak bu karşılaşmalar, her zaman bir eşitlik ortamı içerisinde gerçekleşmiyor. Bir yanda etkileyen, diğer yanda etkilenen kültürler var. Bugünün toplumları daha çok Amerikan kitle kültürünün istilası altında. Bugünün dünyası, her alanda Amerikanlaşmaya maruz bırakıldığı için, kitle kültürü istilalarına karşı direnemiyor. Türkiye'de de görebileceğimiz üzere, Amerikan kitle kültürü, yerel ya da ulusal kültür tarzlarıyla/unsurlarıyla iç içe geçiyor.

 Modernliklerin baştan çıkarıcı etkilerini her toplumda farklı derecelerde tespit edebiliyoruz. Bugün, bütün toplumlar, ithal yorumlar, ithal algılar, ithal görüşler ve kalıplarla işgal edilmişlerdir. Hepimiz modern kültürün kurbanları haline getiriliyoruz. Batılı ithal ürünü kavramlar, yerel koşullara uyarlanıyor.

Türkiye nihai anlamda Avrupa ile özdeşleşmek amacıyla AB'ye girmesi demek, Batı'nın üstünlüğü düşüncesini kabul etmek, Doğu'nun olumsuz biçimde tanımlanması gerektiğini kabul etmek anlamına geliyor. Batı'nın üstünlüğünü kabul etmek, Batılı mantığın icat ettiği Doğu imgesini de kabul etmek gibi sorunlu bir sonuç doğuruyor.

Tarihin ve hayatın içerisinde hepimiz çarpıtılmış inşalarla karşı karşıya geliyoruz. Avrupa'nın üstünlüğünü kabul eden, Avrupa kavram ve kurumlarını ithal etmeye çalışan İslam toplumları, Türkiye örneğinde izlenebileceği üzere, çok derin, anlaşılması güç büyük çelişkiler yaşıyor. Avrupa kavram ve kurumlarına öykünen toplumlar, İslam kültür ve uygarlığını, bu kültür ve uygarlığa ait mirası/birikimi/tarzı/üslubu terk ediyor. Bu noktada İslam özel alana mecbur tutuluyor. Bütün durumları, modern kategoriler içerisinde algılamamız isteniyor. Herhangi bir yozlaşma, bayağılaşma ve yabancılaşma karşısında, İslami hassasiyetlerimizin bir gereği olarak, yapmamız gereken ahlaki eleştirileri bile yapmamız engellenebiliyor.

İslam, özel alana kapatılınca, kamusal iddialarından, yönelişlerinden, etkinliklerinden alıkonulunca, kamusal hayat ruhsuzlaşıyor, maneviyatsızlaşıyor, maddileşiyor, dünyevileşiyor ve resmi protokollerle, törenlerle, resmi biçimlerle sınırlı hale geliyor. Bütün bunlar olup biterken, hiç kimse kamusal işlevi/ içeriği/etkinliği olmayan bir din olabilir mi diye sormuyor, soramıyor.

Sanayileşme ve endüstrileşmeyle birlikte, tüketim ve iletişim alanında yaşanan gelişmeler, kitlesel üretimin hayata geçişi gibi süreçler, sınırların ve geleneklerin aşılması, bütün toplumları yaşanan süreçlerin etkilerine açık hale getirdi. Bu zaman zarfında, İslam toplumları, bir yeniden inşa devrimi gerçekleştiremedi, yabancılaştırıcı bir dönemine girdi. Bu arada belirtmek gerekir ki, bütün uygarlıkların birbirlerinden öğrenecekleri şeyler var. Uygarlıklar ihtiyaç duydukları alanlarda, bir diğer uygarlıkla alışveriş yaparken, bunu kendilerini zenginleştirmek, güçlü kılmak için yaparlar. Bu alışveriş, bir uygarlığın bir başka uygarlığa tahakkümü anlamına gelmediği gibi, bir uygarlığın bir diğer uygarlık yararına tarihten çekilmesi anlamına da gelmez. İslam toplumları, meşru bir alışveriş ve etkileşimin ötesinde çok farklı olarak bir istila ile karşılaştılar. Bu istila, Türkiye'de içerisinde bulunduğumuz dönemde karşı karşıya bulunduğumuz üzere, tehlikeli bir dönüşüm ve bozulmaya neden oldu. İslami ilgiler, uğraşlar ya halkın elinde hamasetle sürdürülüyor ya da akademik camianın mesleki ilgileri, uğraşları ve araştırmalarıyla sınırlı hale geliyor. Her konuda Avrupa tek referans noktası olarak kalınca, akademik camia da çalışmalarını rasyonel/seküler çerçeveler içerisinde yürütüyor.

Modern-seküler mantık, bütün toplumlarda çok çirkin sınıflandırmalar gerçekleştiriyor. Çok zalim kategoriler, "ben" ve "öteki" gibi, aynılık ve farklılık gibi, tekilcilik ve evrenselcilik gibi kategoriler sadece ayrımcılığa hizmet ediyor. Postmodernizm başkalık ve farklılıklara imkân verecekti. Halbuki bugün öldürücü ötekilikler icat ediliyor. Emperyalistleri "iyi", direnişçileri "kötü' olarak tanımlayabilen bir dünya karşısındayız.

İslami imanımızın, ilkelerimizin rehberliğinde yeniden nasıl gerçekleştireceğimizi, özgürleştireceğimizi yazmalı, konuşmalı, hayatın içerisinde kendi tarihimizin inşa edicileri olarak bir konum tayin etmeliyiz. Modern laik elitler, laikliği ideolojik bir simge haline getirerek, bütün baskılarını meşrulaştırmak için kullanıyor. Bu tahakkümcü çevreler sebebiyle, Müslümanlar algısal bir bocalama ve zihinsel karışıklık yaşıyor, bilincimiz ciddi bir şekilde hasar görüyor. Biz Müslümanlara "var olmak, var kalmak istiyorsanız, bunu ancak Batılı kavram ve kurumlarla, Batılı hayat tarzını kayıtsız şartsız kabul ederek yapacaksınız" deniliyor.

Bunlar yapılırken yoğun bir şekilde İslam, Müslümanlar, İslami hareketler, direniş hareketleri değersizleştirilerek kültürel Haçlı Seferleri sürdürülüyor. Laik-liberal eğilimlerin/tarzların hayatın bir parçası haline gelmesiyle birlikte; hayatın ahlaki, manevi, hikmetli boyutları ciddi bir şekilde zayıfladı. Hayatın zayıflayan boyutlarını yeniden etkili hale getirebilmek için, bugünün soruları ve sorunlarıyla ilgilenen bir İslam algısını ve bilincini hayata kazandırmalıyız.

 Bunu başarabilmemiz için, kutsal olan ile bilimsel olanı, dünyevi olan ile uhrevi ve manevi olanı uzlaştıran/bütünleştiren bir bilgi sistemine ihtiyacımız var. Ortak bir sorumluluk bilinciyle, ortak bir uygarlık bilinciyle; "din" in, hikmetin, bilim ve felsefenin ortak ufkunu insanlığa açabiliriz.

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan (Manevi Disiplinli) bir topluluk bulunsun işte kurtuluşa erecek olanlar onlardır ...
(Al i İmran Suresi 104. Ayet)

“İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilmelidirlerki) biz, güzel işler yapanların ecrini zayi etmeyiz.”
 (Kehf Suresi 30. Ayet)

 Dünyevileşen ve dünyevileştirilen modernleştirme projelerinin dünyanın ahlaksızlaştırılması pahasına başarıya ulaştığını görüyoruz. Aşırı bireycilikler, toplumsal bağların yıkılması sonucunu doğuruyor. Güncel dünya çıkarlarla, zevklerle, yararcılıklarla, boşluk duygularıyla, sapık cinsellik algılarıyla sınırlı hayatlara, ilgilere, yönelişlere sahne oluyor. Hayatın içerisinde yalnızca maddi etkinlikler tayin edici oluyor. Modern ekonomik uygarlığın gelmek istediği nokta, tam da bu noktaydı. Modernlikler, bütün bireylere evrensel hakların tanınması iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Bu iddia modern zamanlar boyunca hep havada kaldı. Modernlikler, Müslüman halkları bu haklarından mahrum bıraktı.

Ekonomik uygarlık, politik ve ekonomik bir bütünlük oluşturmak istiyordu. Ekonomik zeka günümüz dünyasında yenilik ve değişimi (ihtiyaç dışı) zihniyetini vazgeçilemez kıldı. Ekonomik uygarlık, evrensel bir hak ve adalet bilinci geliştiremediği, ahlak içermediği için, herkesin hak ve sorumluluklarını belirleyen ve bunlara saygı duyan bir dünya yok bugün. Batı dünyası güç yaklaşımından, sömürü yaklaşımından, Haçlı Seferi yaklaşımından bir türlü vazgeçemiyor. Batı dünyası istilacı ve yağmacı zihniyetini sürdürüyor. İnsanlık, hayata ve varoluşa anlam kazandıran kaynaklardan uzaklaştırılınca, kendisinden uzaklaşıyor ve bir nesneler sürüsüne katılıyor. İlahi anlam ve erdemlerden bağımsız bir akılcılık, ancak çıkar ve para mücadelelerine hizmet ediyor, çıkar ve para sistemleri kuruyor.

İşbaşına geçince, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”
(Bakara Suresi 205. Ayet)

“…kâfirlerin aralarına, kıyamete kadar ( sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa ( kargaşa çıkarmaya) koşarlar, Allah ise bozguncuları sevmez. sevmez.”
(Maide Suresi 64. Ayet)

15-18.  Yüzyıllar boyunca Avrupa'da üretilen ve bütün dünyaya dayatılan kavram ve kurumlar aracılığıyla, din algısı ve dini hayat bütünüyle özelleştirilmiş oldu. Sömürgeci maceralar, özgün kültürlerin tahribatına yol açtı. Sömürülen halklara aşağılayıcı statüler dayatıldı. Modern ideolojiler her toplumda, ilgili toplumların seçkinlerinin iktidarlarını sürdürebilmek için dayandıkları/kullandıkları meşruiyet ve manipülasyon araçları oldu. Bu süreç halen devam ediyor. Moda ve tüketim çılgınlığı en acımasız biçimde kendisini dayatıyor. İnsani amaçların yerini, ekonomik amaçlar alınca; değerleri esas alan toplumun yerine, çıkarları esas alan toplum geçince; insani akılcılık da yerini ekonomik akılcılığa bırakıyor. Ekonomik akıl da çıkarcılara ve bencil kitlelere hizmetine ediyor. Kitleselleşen zevksizlikler, sahte ilişkiler, belden aşağı mizah, yüz kızartıcı televizyon programları kimseyi rahatsız etmiyor.

Modern ideolojiler vahyin yerine aklı, Allah'ın (c.c.) yerine de insanı koydular. Ateizm insanlığı putlaştırdı. Seküler akıl bugün adalet için değil, çıkarlar için mücadele ediyor. Sömürgeci dayatmalar şeklinde ortaya çıkan modern yapılar, İslam toplumlarında son iki asır boyunca çok ciddi kamusal tartışmalara ve gerilimlere neden oldu, olmaya da devam ediyor. Bu yapılar, her anlamda kimlik bunalımlarına yol açıyor. Düşünsel ve ahlaki kolaylıkları seçenler, sözünü ettiğimiz ideolojilerin dünyasını da kolaylıkla seçebiliyor. Sömürgeci dayatmalar karşısında toplumlarımıza hoşgörü felsefesi telkin ediliyor. Her durumda hoşgörünün statükocu bir yaklaşım olduğu unutuluyor. Her durumda hoşgörü felsefesinden bir direniş, bir hesaplaşma, bir muhalefet çıkarılamaz. Modern ya da geleneksel sürünün kaygısız, sıradan bir parçası olmak çok kolaydır, hiçbir çaba ve liyakat gerektirmez.

Evrensel kaygılar taşıyan, sorumlu bir özne olmak ise zordur, çok büyük çabalar ve nitelikler ister. Her durumda hoşgörü esas alındığında hiçbir şekilde otoriter keyfiliklerle mücadeleye ihtiyaç duyulmaz. ( Her durumda hoşgörü: “benim keyfim bozulmasın, düzen bozulmasın, iyi kötü devam ediyoruz işte.”)

 İslami siyasal kimliğin ve mücadelenin yükselişi ile birlikte, Müslümanlara yönelik aşağılama ve değersizleştirme süreçlerine hız verildi. Bu noktada, kimi İslami akımlar, hiçbir şekilde siyasi kimlik ve mücadeleyi gündemlerine almadılar. Tarihin dışında bir yerlere taşınarak, orada kendilerini hoşgörü mücadelesine adadılar. Bu dönemde, yabancı işgalcilere karşı, sistematik zulüm ve işkencelere karşı, kültür ve uygarlık yapılarını imha eden istilacılara karşı, Siyonist ırkçılığa karşı, Haçlı ırkçılığa karşı savaşarak, hayatlarını bu uğurda büyük bir şecaatle feda edenlere ilgi ve saygı duymayan, böyle bir mücadelenin heyecanını duymayan, böyle bir mücadeleyle onurlanmayan, İslami açıdan nereye ve nasıl konumlandıracağımızı bir türlü bilemediğimiz İslami yaklaşımlar ve oluşumlar ortaya çıktı. İçerisinde bulunduğumuz dönemde Batılar, kendi İslami tanım ve algılarına, imajlarına uygun bir İslam inşa etmek için, kimi İslami oluşumlarla iş birliği yapıyor. (örn: FETÖ)

Kültürlerarası iletişim, bu kültürlerin birbirlerinin temel değerlerine saygı duymaları halinde sağlanabilir. Ulusal eğilimlerin etkilerinin zayıfladığı, etnik toplulukların etkilerinin güçlendirildiği bir dönemde yaşıyoruz. Etnik merkezci zihniyetler her türlü ilişkiyi zorlaştırıp neredeyse imkânsız kılıyor. Türkiye'de olduğu gibi, toplulukçu düşünce ve yapılar, partiler, kültürel, etnik aidiyeti yurttaşlıktan çok daha önemli buluyor. Kuşkusuz etnik toplulukların varlıklarını sürdürebilmek için kültürel/dini haklara eksiksiz bir biçimde sahip olmaları gerekir. Çoğunluklar, çoğunluk oldukları için hiçbir unsuru küçümsememeli, dışlamamalıdır. Farklılıkları, karşıtlıklara dönüştürmemek gerekir. Farklılıkları, karşıtlıklara dönüştüren temel etken büyük ve küçük ırkçılıklardır. Farklılık yapıcı iken, karşıtlıklar yıkıcıdır. "Farklı"nın haklarına, hassasiyetlerine, diline, kültürüne saygı duymayan bir anlayış, ahlaki ve insani olamaz.

 Etnik temelli çatışmalar, karşıtlıklar ve gerilimler seküler dönemlerin ürünüdür. Sekülerlikler hayatın manevi boyutlarını tahrip ettikleri için, insani ilişkiler, toplumsal ilişkiler derinliklerini yitirmişlerdir. Bu dönemler boyunca yaşadığımız ahlaki kayıpları, hikemi kayıpları, merhametin ve başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme ya da diğer insanlara maddi veya manevi çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma, bencillik karşıtı hareketlerin kaybını hiçbir seküler uygulama telafi edemez. Günümüzün büyük sorunlarından biri anlamadan/dinlemeden/tanımadan yargılamaya, dışlamaya ve etiketlemeye çalışmaktır.

Materyalist Görüş: Kâinat ve insanın tesadüfler sonucu var olduğunu iddia eder. Bu görüş manevi değerleri yok sayar, her şeyin maddeden ibaret olduğunu kabul eder Bunun sonucu olarak da toplumda huzuru sağlayamaz.

Maneviyatçı Görüş: Kâinatın ve insanın bir yaratıcısının olduğuna inanır. Madde ile manayı ahenkli bir biçimde değerlendirir. Mükemmel bir toplumun oluşmasında maddi ve manevi değerler ahenkli bir şekilde iç içe olurlar.

“Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah a ve Peygamberine inanırsınız Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihat edersiniz bilseniz bu sizin için en iyi yoldur Böyle yaparsanız Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar Büyük kurtuluş budur Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır İnananlara müjde ver ...”
(Saf Suresi10- 13. Ayetler)

Yorumlar

Popüler Yayınlar