Batı’nın Başarısızlığı

                              

İslam’daki felsefi düşünce, ...dünyayı düz bir "gelişme" olarak görmez, aksine yükselen şeklinde değerlendirir. O yüzden de geçmiş bizim arkamızda değil, aksine "ayaklarımızın altındadır. Öyleyse, bir bakıma daha yüce amaçları gerçekleştirmeye yöneltilen bilim ve tekniğin ikisi de Rönesans'tan beri Batı geleneğinde olduğu gibi, başlı başına amaç olamaz. Batı'nın bu hastalığına "modernlik" denilmiştir. Bu hastalık, araçlar ile amaçlar arasındaki ilişkinin tersine çevrilmesinden başka bir şey değildir. Batılı bakış açısına göre, araçlar amaca dönüşmüştür. Çünkü bilim ve teknik hiç de çevreyle uyumlu değildir; bunlar artık insanın hizmetinde de değillerdir. Tam aksine, insan ve çevresi, bilim ve tekniklerin kontrolsüz gelişimine tâbi kılınmıştır. Bu tersine çevrilişin neticesi, Batı'nın fikir dünyasını inşa edenler bize insanın sınırsız bir gelişme göstereceği kehanetinde bulundukları o sanayi devriminden iki asır sonra ise olan şudur: Dünya nüfusunun yarısı basit bir hayata tutunabilmek için çırpınmakta, milyonlarca insan açlıktan ölmekte, tüm bu çırpınış ise zenginleri daha zengin eden bir çarka dönüşmüştür. Bilim ve tekniklerinin gezegenimizin hayati probleminden hiçbirini halletmediği Batı'nın "büyüme" programının bu ağır mahkûmiyetinden daha beter ne olabilir?

Sırf Avrupalı bir bakış açısıyla bakıldığı sürece, dünya meselelerinin asla çözülemeyeceğini düşünmemiz için hayli sebep var. Nicelik, güç ve büyüme iradesi ve bireycilik iflas etmiştir. Bu temeller üzerine hiçbir medeniyet inşa edilemez. Bu temellerde gelişen bilim ve teknik, Batı Rönesans'ının proje ve vaatlerinin tam zıttı neticelerle sonuçlanmıştır. Bilim ve teknik, insani gayelerin hizmetinde oldukları zaman ne harikulade vasıtalardır. Ama hikmetten yani gayeler üzerinde tefekkürden kopuk, vasıtalar üzerine odaklanmış bir "bilim" ise, insanın felaketi olur. Bu bağlamda, hem 20. yüzyılın, hem de 21. yüzyılın İslam'dan öğrenmesi gereken çok şey var. Çünkü Müslümanlar, evrensel ilme en zengin katkıyı imanlarıyla ve en başta da Allah'ın yüceliği konusundaki tavizsiz telkinleri ile yaptılar. Bu, bilimlerin zeminini, bilimin ve tekniğin büyüme ve güç hedeflerinden daha üst hedeflere, bir adamın veya bir toplumun amaçlarından daha yüce gayelere göre düzenlendikleri anlamına gelir. Ayrıca bu, aklın sebepten sebebe ve sebepten neticeye inen kullanımından başka bir kullanımının da olduğu; gayeden gayeye, alt gayelerden daha üst gayelere yükselen ve hiçbir zaman bunun sonuna erişmeksizin kendisinin dışındaki her şeye bir anlam veren yüce birliği hedefleyen bir aklın da var olduğu manasına gelir.
Eğer Ortaçağ İslâm bilginleri dirilip de günümüzde tekrar yaşayacak olsalardı, kendilerinin kaynaklık ettiği fikirlerin ilerlemesine değil de, değerler düzeninin tamamen altüst oluşuna şaşar kalırlardı. Kendi bakış açılarının merkezinin marjinalleştiğini ve marjinalin ise getirilip merkeze oturtulduğunu görürlerdi. Öncelikler bakımından, İslami sıralamada eskiden ikinci sırada bulunan "ilerleyen" ilmin, Batı için hemen hemen her şey haline geldiğini, ilk ve asıl diye bildikleri o değişme kabul etmeyen “bilgelik” ilminin ise, neredeyse hiçe irca edilmediğini öğrenirlerdi.

Batı, araçlarını amaç haline getirmiştir, araçlarını putlaştırmıştır ve hegemon güç olarak dünyaya kendi kültür ve zihin dünyasını aktarmaktadır.

“Allah'ı bırakıp da taptıkları (putlar), hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.”  (Nahl Suresi 20. Ayet)

Batı tipi büyüme ve ona az çok temel oluşturan kültür modelinde hâlihazırda hayatımızda apaçık görünen şey insanın parçalanması ve toplumun dağılmasıdır. İnsan tabiatla, toplumla ve Allah ile ilişkilerinde her türlü birlikteliği kaybetmiştir. İnsan, efendisi ve sahibi olduğuna inandığı tabiattan kopmuştur. Çünkü Batılı insan, tabiatın kendisine ait olduğunu sandığından, onu sadece bir hammadde deposu ve atıkları için bir çöplük olarak görmüştür. Kendisine yeryüzünü ve orada yaşayanları imha etme kudreti veren teknikler sayesinde, dünya ile dilediği gibi hayasızca oynadığı için, artık dünyanın onun gözünde bir "anlamı" kalmamıştır.   Rönesans'tan bu yana hayatın bütün problemlerine cevap verme iddiasındaki bir "bilimcilik" karşısında ardı ardına teslim bayrağı çekmesi yüzünden, Rönesans'tan bu yana Batı toplumlarında insan yalnızlığa ve diğer insanlar karışışında tek başınalığa mahkum edilmiştir. Bu da "Amerika'yı işgale giden İspanyol maceracılar" döneminden (birbirleriyle iletişim kurmayan) "yalnız kalabalıklar"a kadar durmadan azgınlaşan bir bireycilik yüzünden olmuştur. Pazar ekonomisindeki vahşi rekabetin artışı, reklâm ve "pazarlama/marketing" işinde en kaba ifadesini bulan ihtirasların kamçılanması teknikleriyle, bireycilik iyiden iyiye şişirilmiş, bencil arzuların yapay ihtiyaçları insanlara gerçek ihtiyaçlarmış gibi dayatılmış ve bu sistem yoksulların en ufak bir vicdan azabı duymayanlar tarafından ezilmesine sebep olmuştur. Bu sistem ister istemez şiddeti doğuruyor. Çünkü bu hırsları kamçılama tekniklerinin kendilerinde oluşturduğu arzu ve dizginsizlik yüzünden hayal kırıklığına uğramış yığınlarca genç var. Bu gençler için de bulundukları toplumda şunu görüyorlar: Servet veya bilgiye miras yoluyla konan kaymak tabaka, spekülasyon ya da hile ve düzenlerle yasal yoldan, ceza da görmeksizin her gün servetlerine servet katıyor. Böyle bir bireycilik, mecburen herkesin herkese karşı savaşını hazırlar. Ve bir an gelir, kendi mantığı icabı, tersine dönüşür, yani totalitarizme varır. Derken zafer kazanan bir grupla özdeşleşen ve o grubun sembolü olan bir birey, bütün diğerlerini Devletin, Parti'nin, "Millet"in veya Sınıfın uyduruk "birlik ve bütünlüğü “nün hizmetçilerine dönüştürür.

İnancı özel hayata hapseden bu Batı dünyası sebebiyle, devlet teşkilâtı üzerinde artık etkisi olmadığı için de, siyaset dinden bağımsız hâle geldi. Kendi gayelerini kendisinde taşıyan, insanla da, Allah'la da münasebeti olmayan bir hâle büründü.

Yorumlar

Popüler Yayınlar