İSLAM VE TİCARET
Hz. Peygamber (s.a.v) ticaretin ve ekonomik etkinliklerin yüksek olduğu bir şehirde doğdu ve ilk tebliğe burada başladı. Kırk yaşında ilk vahyin gelmesi ile peygamber olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) yaşadığı coğrafyada 40 yıllık bir tecrübeye sahipti. Bulunduğu şehri iyi tanıyan, olayları iyi değerlendirecek tecrübeye sahip biri olarak içinde yaşadığı toplumda peygamberliğini ilan etti.
Mekke, dünyanın birçok
bölgesinden tüccarların uğradığı ve birçok bölgeye buradan kervanların gittiği,
küresel anlamda bir iletişim ağı kurmak için uygun bir yerdi. Ticaretten de
anlayan bir Peygamber için bu önemli bir fırsat olmuştur.
Bu önemli iletişim
ağından faydalanılabilmek için ise ekonomik bir güce hâkim olmak gerekirdi.
Yani ticaret ile uğraşan Müslümanların var olması demek hem İslam’ın dünyanın
diğer bölgelerine ulaşması anlamına gelmekte hem de hakkın ve adaletin hâkim olabilmesi
için gerekli maddi güce sahip olmak anlamına gelmektedir.
Asgari düzeyde fıkıh,
arapça, muamelat, adab-ı muaşeret bilen Müslüman tüccarlar İslam’ın
yayılmasında ve hâkim olmasında büyük bir paya sahiptirler. Müslüman, inandığı ile
amel eder prensibini benimseyen bu Müslüman tüccarlar gittikleri bölgelerde,
yaptıkları ticaretlerde çevreleri tarafından beğeni toplamış, örnek insan olma
sorumluluğu bilinci ile İslam’ın yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Müslüman
tüccarlar, yaptıkları ticaretler sırasında maddi ilişkileri ön planda tutmak
yerine ilk olarak insan ilişkilerini ön planda tutmuşlardır. Böylelikle İslam
henüz kontrol etmediği topraklara fetih gerçekleştirmeden evvel bu bölgelere
giden tüccarlar vesilesi ile önce gönülleri fethetmişledir.
Osmanlı ve Selçuklu
döneminde ticaret yolları üzerine kurulan kervansaraylar, zamanının küresel
ekonomi ve ticaretini kontrol etmek amacıyla kurulmuş teşkilatlı yapılardır.
Osmanlı hem İpek Yolu’na hem de Baharat Yolu’na hakim olması ile küresel
ekonomik güce hakim olmuştur. Elde ettiği bu güç ile yaşanabilir, hakkın ve
adaletin hakim olduğu, zulme göz yumulmayan bir dünya inşa etmek çabasında
olmuşlardır.
Refah seviyesi yükselen
toplumlar daha marjinal uğraşlara yönelebilir, ilmi çalışmalara vakit
ayırabilir. Böylelikle ekonomik gelişmişlik ilmi gelişmeyi
destekleyebilmektedir. Böylelikle devlet ve toplum dinamik ve güçlü bir şekilde
varlığını sürdürebilmektedir.
Bilgi bir güç kaynağıdır.
Bilgiyi askeri, ekonomik veya idari bir güce dönüştürebiliriz. Bilgi olmadan bu
güçler bir nesne gibi elde edilebilir fakat uzun bir ömrü olmayacaktır. Çünkü
elde edilen bu güçler bir bilinç, şuur ile elde edilmediği için doğru ve uygun
bir şekilde kullanılmayacak ve yitirilecektir.
Dünyayı ihya etmek
isteyen insanlar bu güçleri yalnızca insanlığın faydasına kullanacaklardır.
İnsanları sömürmek veya köleleştirmek istemezler. Ancak dünyayı kendi
çıkarlarına uygun olarak kullanmak isteyenler bu güçleri elde ederken ya da
kullanırken zalimleşebilir ve insanlığı sömürebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder