Erken Cumhuriyet Döneminde Musul Meselesinin Çözüm Süreci
GİRİŞ
Musul, coğrafi konumu itibariyle
Anadolu, Asya, Avrupa ve Afrika arasında tarihi bir yol ve geçiş noktası
olması, tarihte önemli büyük kültürlerin, medeniyetlerin geliştiği yer olması,
sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleri sebebiyle farklı aktörlerin çıkar
çatışmasının yaşandığı bölge olmuştur. Almanların, 1871’de Musul’da zengin
petrol yataklarının olduğunu rapor etmesi, büyük devletlerin ilgisini bölgeye
çekmiştir. Avrupalı güçler 1815’yılında
Viyana Kongresi’nde “Şark Meselesi” olarak dile getirdikleri kavram o yıllarda
Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü ifade ederken 20. yüzyılda bu kavram Osmanlı’nın
bütün topraklarının paylaşımı için kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı akabinde
Osmanlı’nın büyük güçler arasında paylaşımı gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı’nın hakimiyetinden çıkarılmaya çalışılan bölgelerden biri de Musul
olmuştur.
Musul Meselesi, 1918’de Mondros
Mütarekesi ile başlamıştır. Bu dönemden sonra Musul Türk Devleti ile İngiltere
arasında başat bir mesele haline gelmiştir. İngiltere 15 Kasım 1918’de Musul’u
işgal etmiştir. Türkiye 28 Ocak 1920’de ilan ettiği Misak-ı Milli ile
Mondros’un imzalanması sırasında işgal altında bulunmayan toprakların Türkiye
sınırları dahilinde kaldığını kabul etmiştir.
İstiklal Harbi’nin akabinde yapılan
Lozan Konferansı’nda Musul, Türk tarafı ile İngiltere arasında tartışmalara ve
anlaşmazlıklara neden olan bir sorun olarak ortada kalmıştır. Türk tarafı ve
İngiliz tarafı arasında bu anlaşmazlık çözümlenemeyince meselenin konferans
sonrasında ikili görüşmeler ile çözülmesine karar verilmiştir. Bu karar
gereğince meselenin çözümü iki devlet arasında yapılacak görüşmeler neticesine
kalmıştır.
Bu çalışmanın amacı, I. Dünya Savaşı
ile başlayan Musul sorununun çözümünün Lozan Konferansı’ndan sonra, Cumhuriyet
Türkiye’sinde nasıl bir süreç izlediğidir. Çalışmada yararlanılacak 5 alt
sorunsal vardır. 1) İngiltere’nin Musul konusundaki görüşleri nelerdir? İngiliz
tarafının soruna yaklaşımı, mevcut fikirleri, elde etmek istedikleri, sorunun
çözümüne yönelik ortaya koydukları. 2) Türkiye’nin Musul konusundaki görüşleri
nelerdir? Türkiye’nin soruna yaklaşımı, mevcut fikirleri, elde etmek
istedikleri, sorunun çözümüne yönelik ortaya koydukları. 3) Milletler Cemiyeti
Musul ile ilgili hangi çözümleri sunmuştur? 4) Yapılan görüşmeler neticesinde
alınan kararlar nelerdir? 5) Musul Sorununun Türkiye aleyhine sonuçlanmasının
nedenleri?
Yeni bir rejim olarak Cumhuriyet
yönetimindeki Türkiye dış politikada nasıl bir yol izleyeceği Musul meselesinin
çözümü için önemli bir unsurdur. Bunu göz önünde bulundurarak yaptığımız
çalışmayı bu konu ile ilgili daha önce yapılmış olan literatürdeki diğer
çalışmalardan farklı görmekteyiz.
Bu konuyu seçmekteki amacımız Türkiye
Cumhuriyeti’nin henüz daha kuruluşunun hemen akabinde çözmek zorunda olduğu dış
politika ili ilgili bir sorunu nasıl çözmeye çalıştığını dönemin şartlarını göz
önünde bulundurarak araştırmaktır.
İngiltere’nin
Musul İle İlgili Görüşü
Etnik yapı olarak, Türk tarafının
sunduğu istatistikleri kabul etmeyen İngiliz heyeti Türklerin bölge nüfusunun
1/12’sini oluşturduğunu ileri sürüp Kürtlerin 455.000, Türklerin 66.000,
Hıristiyanların 62.000 kişi olduğunu savundu.
İngiltere’nin konferans
boyunca ve daha sonraki görüşmelerde en çok üzerinde durduğu husus Türklerle
Kürtlerin aynı soydan geldiğine ilişkin Türk tezini reddedip, bu ikisinin ayrı
kökenden geldikleri ve ayrı özellikler taşıdığı görüşüydü. Bu nokta İngiliz
tezinin temelini oluşturuyordu ve Curzon “Müslüman azınlık” kavramını ortaya
atarak Türk tarafını zayıflatmaya çalışıyordu. Curzon bu iddianın yanında
Türklerin Ermenilere ve diğer azınlıklara kötü davrandığını ileri sürdü. Curzon
ülkesinin Ekim 1922’de Irak’la yaptığı anlaşmanın 8. Maddesine göre Irak’tan
hiçbir toprak vermemeyi yükümlendiğini söyledi. Böylece, Musul Türkiye’ye
bırakılırsa, İngiltere’nin bu anlaşmaya aykırı davranmış olacağını ileri sürdü.[1]
Türk yetkililerin Musul'un ateşkes
ilanından sonra haksız yere işgal edildiği görüşüne karşı ise İngilizler,
ateşkesin bölgede geç öğrenildiği, zaten mütarekenin 7. maddesinin de buna izin
verdiği savunmasını yapmışlardır.
Türkiye petrole ihtiyacı olduğunu
açıklarken Curzon, Musul'daki petrolün İngiliz politikasına hiçbir etkisi
olmadığı görüşünü dile getirmiş, bu meselenin Musul'un geleceği ile ilgili bir
mesele olmayıp, Türk-Irak sınırının belirlenmesi ile ilgili bir sorun olduğunu
özellikle vurgulamıştır.[2]
Lord Curzon sonuç olarak, eğer iki devlet
arasında anlaşma olmazsa, konunun en tarafsız ve en yetkili organ olarak
Milletler Cemiyeti'ne götürülmesini, burada verilecek karara her iki tarafın da
razı olacağını biliyordu.[3]
Türkiye’nin
Musul Konusundaki Görüşleri
Türkiye etnografik açıdan
bölge nüfusunun 500.000 kadar olduğunu söylemiştir. Bunun 263.000’i Kürt,
146.000’i Türk, 43.000’i Arap, 18.000’i Yezidi, 13.000’i gayrimüslimlerden
oluşuyordu. İsmet Paşa Musul vilayetinin çoğunluğunun Türklerle Kürtlerden
oluştuğunu, Kürtlerin (Encyclopaedia Britanica’yı kaynak göstererek.) Turan
ırkından geldiklerini ve İngilizlerin iddialarının aksine Türklerle Kürtlerin
bir arada yaşamak istediklerini belirtti. Ayrıca TBMM hükümetinin Türklerin
olduğu kadar Kürtlerin de hükümeti olduğunu ve Meclis’teki Kürtlerin Musul’un
ayrılmasını istemediğini ekledi. Bu durumda Araplar bölgede azınlıkta
kaldığında Musul Irak’a bağlanamazdı.[4]
Hukuksal açıdan, Musul
ateşkesten sonra işgal edilmişti ve bu hem uluslararası hukuka hem de Wilson
ilkelerine aykırıydı. İngiltere’nin işgali fetih hakkına dayandırması da çağdaşlık
ve uluslararası hukukla çelişiyordu. Türk heyeti yine görüşmeler sırasında
plebisit yapılmasını isterken, İngiliz heyeti bölge halkının cahil olduğu
gerekçesini ileri sürerek buna yanaşmadı.
Bu tezlerin yanında Türk
heyeti İngiltere’nin Musul konusundaki çelişkilerini de ortaya koyarak durumunu
sağlamlaştırmaya çalıştı. Örneğin, İngiltere’nin, Ekim 1922 anlaşmasıyla
Irak’ın toprak bütünlüğünü korumayı üstlendiği iddiası karşısında, İsmet Paşa
İngiltere’nin Skyes-Picot Anlaşmasıyla Musul’u Fransızlara verirken buranın
Irak’tan ayrılabileceğini kabul etmiş olduğunu ve ayrıca Irak resmen
Osmanlı’nın bir parçasıyken onunla yaptığı anlaşmanın geçerli olmayacağını
söylüyordu. İngilizlerin sık sık dile getirdikleri Araplara karşı
yükümlülükleri bulunduğu ve Irak’ın manda altında kalmasının gerekli olduğu
yaklaşımına da İsmet Paşa karşı çıkmıştır.[5]
Haliç Konferansı’nın ilk
toplantısında Ankara Hükümeti Fethi Bey’e Süleymaniye, Kerkük ve Musul’un
Türkiye sınırları içinde kalmasını İngilizlerin kabul etmesi karşılığında
petrollerde ortaklık kurulabileceği talimatını vermiştir.[6]
Milletler
Cemiyeti’nin Musul İle İlgili Görüşleri ve Kararları
Miletler Cemiyeti Meclisi İngiltere’nin
görüşü doğrultusunda tarafsız devletlerden gelen üç kişilik bir komisyon kurma
kararı aldı. Bu komisyon ilgili ülkelerle yazışma ve gerekirse soruşturma
yetkisine sahip olacaktı.[7] 13 Kasım 1924'te
Cenevre'de bir araya gelerek çalışmalarına başlayan komisyon üyeleri, Lozan
Barış Görüşmeleri tutanaklarını, Türk ve İngiliz Hükümetlerinin Milletler
Cemiyeti Genel Sekreterliği'ne verdikleri raporları inceledikten sonra, 25
Kasım 1924 günü Londra'da İngiliz makamları ile görüşmelere başlamış, buradaki çalışmalarını
tamamladıktan sonra 3 Ocak 1925'de Ankara'ya hareket etmiştir.[8] Macar Kont Teleki,
Belçikalı Albay Poulis ve İsveçli A. Wirsen’den oluşan komisyon bölgedeki
çalışmalarına başladığı sırada, İngilizlerin kuzeye doğru yeni topraklar
edinmeye çalışmaları üzerine sınırda çatışmalar çıktı. Bunun üzerine Milletler
Cemiyeti Meclisi 29 Ekim 1924’te Bruxelles’de yaptığı toplantıda Musul’u
Hakkari’den ayıran bir yerde bir geçici çizgi çekti ve bu hat “Bruxelles Hattı”
olarak anılmaya başlandı. Zaten bu arada İngilizler de bölgede Türk aleyhtarı
havanın oluşturulması için girişimlerini arttırmışlardı.
Bölgede incelemeler yapan
komisyon 16 Temmuz 1925’te sunduğu raporunda coğrafi ve etnik açıdan Irak’ın
verdiği istatistikleri geçerli saydı, bölgedeki Kürtlerin ne Türk ne de Arap
olduğunu belirtti, “ Bruxelles Hattı”nın coğrafi sınır olduğunu ileri sürdü,
Musul’da kesintisiz 11 yüzyıl devam eden Türk egemenliğini kabul etti, iktisadi
açıdan ticaretin daha çok Irak ve Suriye ile yapıldığı, halkın Irak’a katılma
konusunda bir coşkusu olmadığı ama Türkiye’ye katılmak için de heyecan duymadığı
sonucuna vardı.[9]
Komisyon şu karara vardı:
Ahali hiçbir tarafa katılmak istememektedir. Ama onların çıkarı açısından,
ihtilaflı arazinin taksim edilmesinde yarar vardır. Bu karar, iktisadi
nedenlerle alınmıştır. Dolayısıyla, Bruxelles Hattının güneyindeki arazinin
Irak’a İlhakı uygundur. Şu şartlarla ki:
a)
Ülke 25 yıl Milletler Cemiyeti mandası
altında kalacaktır. (sonuçta Irak 1932’de mandadan kurtulacaktır.
b)
Adaletin yürütülmesi ve okullardaki eğitim
için Kürtlerden memur istenecek, Kürtçe resmi dil kabul edilecektir.
c)
Manda sona erer ve Kürtlere özerklik
sağlanamazsa, halk Araplar yerine Türkiye’yi tercih edecektir. Türkiye’nin
durumu Irak’tan daha iyi olduğundan, bölgenin o zaman Türkiye’ye devri
gerekecektir.
d)
Yine de bölgenin taksimine karar
verilirse, Küçük Zap Suyu sınır olabilir (bu durumda Musul Türkiye’ye, Kerkük
Irak’a kalmaktadır).[10]
Komisyon görüldüğü üzere, sorunlu
toprakların yasal açıdan Türkiye'nin ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmiş,
ancak bölge halkının çıkarlarını gerekçe göstererek, Musul'un Irak'a, daha
doğrusu İngiliz çıkarlarının emrine verilmesine karar vermiştir. Bu rapor
üzerine Türk Hükümeti, 23 Temmuz 1925 günü Milletler Cemiyeti'ne başvurarak, şu
hususlara dikkat çekmiştir:
1-Komisyon sorunlu bölgede çalışmalarını
sürdürürken, yöredeki Arap yöneticiler, Türkiye'nin tezlerini zayıflatıcı yönde
faaliyet göstermişlerdir.
2-Komisyonun yaptığı mülakatlarda, Türk
yanlısı görüş bildirenler yerel yönetim tarafından rahatsız edilmiş,
korkutulmuş, hatta hapse atılmakla tehdit edilmişlerdir.
3-Komisyon Musul'dan ayrıldıktan sonra,
yöre halkına geniş çapta yaptırım uygulanmıştır.
4-Irak yönetimi, Türkiye lehinde olan ve
Dohuk-İmadiye çizgisinde yerleşik aşiretleri bombalamıştır.
5-Bu baskılardan kaçan
bazı aşiretler, Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmışlardır.[11]
Bu arada müzakereleri
devam eden Musul Meselesi ’ne dair Milletler Cemiyeti’nde Türk-Irak sınırı
konusunda yapılan 1925’deki toplantıya Türkiye adına Dışişleri Bakanı ve İzmir
Milletvekili Tevfik Rüştü Bey’in başkanlığında bir Türk heyeti katılmıştır.
Yunanlıların
bu arada Milletler Cemiyeti’ndeki Musul Meselesi ‘ne dair yapılan müzakerelerde
zorluk çıkardıkları Şükrü Kaya’dan Ankara’ya 15 Mart 1926 tarihinde bir
telgrafla bildirmiştir.[12]
Milletler Cemiyeti Meclisi, Milletlerarası Daimi
Adalet Divanından şu konularda görüş istedi: 1) Milletler Cemiyeti Meclisinin
Lozan Antlaşmasının 3. Maddesi gereğince vereceği kararın hukuksal niteliği
nedir? Hakem kararı mı, tavsiye mi, yoksa arabuluculuk mu? 2) Böyle bir karar
için oybirliği gerekli mi, yoksa oy çokluğu yeter mi? 3) İlgili taraflar
oylamaya katılabilir mi?
Türkiye bu arada Divan’a başvurulması kararına karşı
çıkarak, siyasal nitelikte bir soruna hukuksal çözüm bulunamayacağını ve bu yüzden
Divan çalışmalarına katılmayacağını açıkladı. Divan ise 21 Kasım 1925’te şu
karara vardı:
1)Milletler Cemiyeti Misakının 15. Maddesi Milletler
Cemiyeti Meclisi bağlayıcı karar alamaz denektedir ama Lozan Antlaşması 3/2.
Maddesinde “kesin geleceği bu karara bağlı” ifadesi yer aldığı için bu durumda
bağlayıcı karar alacaktır. 2) Misakın 5/1. Maddesi uyarınca karar oy birliği
ile alınacaktır. 3) Taraflar oylamaya katılabilir ama oybirliğinin
saptanmasında bunların oyları göz önüne alınmaz.
Bu arada bölgede
incelemeler yapmakla görevli Estonyalı General Bruxelles hattının Türkiye
tarafına sokulmadı ve Milletler Cemiyeti’ne sunduğu raporda Trüklerin bölgedeki
Hıristiyanlara kötü davrandığını yazdı. Ayrıca o dönemde Şeyh Sait ayaklanması
da çıkmıştı. İşte böyle bir ortamda Milletler Cemiyeti Meclisi Türkiye’nin
katılmadığı 16 Aralık 1925 tarihli oturumda Divan’ın kararını benimseyerek
Bruxelles Hattının kuzeyini Türkiye’ye, güneyini Irak’a bırakan kararı aldı ve
böylece Musul Irak’ta kalmış oldu.[13]
Artık bu
tarihten sonra Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925 tarihindeki kararıyla Musul
bölgesini Irak sınırları içinde bırakmıştır ve Türkiye ile İngiltere arasında
Musul Meselesi ‘ne dair tam karara varılan antlaşma 5 Haziran 1926 tarihinde
Ankara’da imzalanmıştır.[14]
Bu dönemde Milletler
Cemiyeti üyesi olmadığı için resmi olarak Türkiye’nin durumu kabul etmesi
İngiltere ile 5 Haziran 1926’da imzaladığı Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk
Antlaşmasıyla olmuştur.[15]
Çalışmaların Sonucunda Alınan Kararlar
Türkiye
başlangıçta Milletler Cemiyeti’nin aldığı kararı tanımadığını açıkladı ama
sonunda İngiltere ile bir anlaşma yapmak için görüşmelere başladı. Bu
görüşmeler sırasında Türkiye iki nokta üzerinde durdu. İlk olarak, Bruxelles
Hattının güneyinin, Türkiye- İngiltere-Irak arasında yapılacak bir anlaşmayla
bağımsız Irak’a bırakılmasını istedi. Türkiye’nin bu girişimi sonuç vermedi.
Türkiye ikinci olarak,
buradaki petrolden pay almak istediğini de bildirdi. İngiltere ile yapılan
görüşmelerde 500.000 sterlin tutarında bir ödeme ile 25 yıl süreyle Irak’ın
petrol gelirinden Türkiye %10 pay verilmesi gündeme geldi. 500.000 sterlini az
bulan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, Osmanlı’nın 1909’da Bosna-Hersek’i
bırakırken bile 2.200.000 sterlin aldığını belirtti. Yapılan görüşmeler
sonuncunda5 Haziran 1926’da Ankara’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında
“Türk-Irak Sınırı ve İyi Komşuluk Antlaşması” imzalandı. Bunun birinci
kesiminde sınır belirlenirken Bruxelles Hattında Türkiye lehine küçük bir
değişiklik yapıldı. [16]
İkinci kesim İyi Komşuluk
İlişkilerini düzenleyen 6.-13. Maddelerden oluşuyordu. Üçüncü kesim ise Genel
Hükümleri içeriyordu. Bu antlaşmaya ek olarak 5 Haziran 1926’da verilen notaya
göre Türkiye bu yüzden 10’luk hissesini isterse 12 ay içinde paraya dönüştürebilecek
ve bunu bildirdikten itibaren Irak hükümeti 30 gün içinde Türkiye’ye 500.000
İngiliz sterlini ödeyecekti.
Antlaşmada buradaki
Türkler (Türkmenler) için azınlık hakları elde edilmemişti. Bunun başlıca
nedeni Türkiye’nin zaten Türk-Kürt ayrımına karşı çıkmasıydı. Ayrıca, bu
durumda İngiltere’de Türkiye’deki Kürtler için azınlık hakları konusunu tekrar
gündeme getirebilirdi. [17]
Musul sorununda Türkiye,
büyük bir özveride bulunmuştu, çünkü Musul sorunu çözülmedikçe, Batılı
devletlerle ilişkilerini düzeltemeyeceğinin ayırdındaydı. Türkiye, ancak
İngiltere ili Musul konusunda bir anlaşmaya vardıktan sonra, Fransa ile
ilişkilerini düzeltebilmiş ve İtalya ile de ilişkilerini rayına
oturtabilmiştir. 30 Mayıs 1928 tarihli Türk-İtalyan Tarafsızlık ve Dostluk
Antlaşması’nın imzalanmasında sonra, Türkiye üç büyük batılı devletle, yani
İngiltere, Fransa, İtalya ile ilişkilerine düzen verebilmiştir.[18]
Türkiye’nin İngiltere ile
Musul sorununu çözmesi, Sovyetler Birliği’nde pek olumlu bir hava yaratmadı. Bu
olumsuz havayı gidermek için Türkiye, Sovyetler Birliğine verdiği bir notada,
Sovyetler Birliği ile imzaladığı antlaşmaya aykırı bir yükümlülük altına
girmediğine dair güvence verdi.[19]
Antlaşmaya göre: Musul, Irak'a
bırakılırken, Musul halkı Irak vatandaşı sayılmış, ancak, 18 yaşını bitirmiş
olanlara iki ay içinde isterlerse kendi vatandaşlıklarını seçebilme hakkı
tanınmıştır. [20]
Bu arada 1926
anlaşmasının süresi 10 yıl sonra sona erince, taraflar 8 Aralık 1936’da bir
nota değiş-tokuşuyla 6.-13. Maddelerinin yer aldığı ikinci bölümün geçerliğini,
istedikleri takdirde 2 yıl sonra bitirme hakkına sahip olarak, süresiz
uzattılar. Burada ayrıca sınır komisyonuyla ilgili hüküm de değiştirildi ve
komisyonun toplanma süresine tarafların karar verecekleri belirtildi. 1932’de
İngiltere burada iki üs bırakarak çekildiğinden bu işlem Irak ile yapıldı.
İki devlet Ankara’da 29 Mart 1946’da “Dostluk
ve İyi Komşuluk Antlaşması” nı imzalayacaklardır. Bunun 1. Maddesinde “1926
antlaşmasıyla belirlenmiş ve çizilmiş sınıra riayet etmeyi taahhüt ederler”
ifadesi yer alırken, 4. Maddesinde “… taraflardan birinin ülke bütünlüğüne
veyahut hudut dokunulmazlığına karşı herhangi bir saldırma tehlikesi
görüldüğünde veya saldırma yapıldığında BM Teşkilatının yetkili organına hemen
haber vermeyi taahhüt ederler” denmektedir.[21]
Yapılan
Antlaşmanın Mali Yönü ve Sonucu
Gerek araştırmalar gerekse resmi yayınlar
Türkiye’nin antlaşmadan sonra 500.000 sterlin almayı tercih ederek yüzde 10’luk
paydan vazgeçtiğini yazmaktadır. Hikmet Uluğbay’ın İmparatorluktan Cumhuriyete
Petropolitik adlı kitabına kadar böyle bilinen bu husus, yazarın bütçe ve kesin
hesap kanunlarını inceleyerek yaptığı araştırma sonucunda elde ettiği veriler
doğrultusunda yeniden ele alınmayı gerektirmektedir.[22]
Uluğbay'a göre, 1934 yılından itibaren
Bütçe Kanunları ve Kesin Hesap Kanunları incelendiğinde, 1934-1958 döneminde
yirmi dört yılın Bütçe Kanunları "B" cetveline ve 1959-1985 döneminde
de Bütçe Kanunu maddeleri içine Musul petrolleri için gelir tahmini konulmuş ve
on sekiz yılın Kesin Hesap Kanunlarında da "Sözleşmesi Gereğince
Musul Petrollerinden Alınan" başlığı altında, bu
gelirlerin tahsil edilmiş olarak gösterildiği görülür. T.C. Hükümeti’nin
500.000 sterlin seçeneğini kabul edip, "Royalty" hakkından
vazgeçtiğine ilişkin hiçbir kaydın mevcut olmadığını kaydeden Uluğbay'a göre,
Musul petrolleri için "Royalty" hakkının on sekiz yıl
süre ile Irak Hükümeti'nden alındığı belirlenmiştir. Uluğbay'ın çalışmalarının sonucuna
göre, Türkiye'nin Irak petrollerinden alması gereken pay yaklaşık 5.5 milyon
sterlindir. Bu alacak karşılığında kesin hesaplara geçen miktar Uluğbay'a göre
25.7 milyon TL’dir. Bu miktarda o günün değeri ile 3.5 milyon sterlin
etmektedir. Dolayısıyla ilk kez bu bilgileri ortaya koyan Hikmet Uluğbay'ın
görüşüne göre, Türkiye'ye 5 Haziran 1926 tarihli antlaşmada öngörülen 25 yıllık
"Royalty" gelirinden, yaklaşık 2 milyon sterlin eksik
ödeme yapılmıştır.[23]
1951 yılına kadar düzenli ödenen "Royalty"ler,
Uluğbay'a göre, Menderes döneminde, Irak’la oluşturulan dostluk ilişkileri
nedeniyle Irak Hükümeti'nden talep edilmemiştir.1958'de Irak'ta General
Kasım'ın bir darbe ile iktidarı ele geçirmesi ve Türkiye-Irak ilişkilerinin gerginleşmesinden
sonra, bu paranın tahsil edilebilmesi mümkün olamamıştır. Türkiye Özal
döneminde ise bu biriken meblağdan hukuken vazgeçmiştir. [24]
Musul
Sorununun Türkiye’nin Aleyhine Sonuçlanmasının Nedenleri
Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre: "...Musul Meselesi ve Şeyh Sait İsyanı dolayısıyla
İngiltere ile genç Türkiye Cumhuriyeti arasında münasebetler çok gergin
bir safhada idi.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk), Başbakan İsmet Paşa (İnönü)
ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa
(Çakmak), Musul'u ele geçirmek amacıyla,
kuvvet kullanmaya ve askeri harekâta karar verdikleri sırada, 13 Şubat 1925'te
Güneydoğu Anadolu'da başlayan Şeyh Sait İsyanı 'nın yarattığı sorunlar ve
başlatılan inkılâpların yarıda kalmaması için, Türkiye ile İngiltere arasında 5
Haziran 1926'da Ankara Antlaşması imzalanarak, Musul İngiltere'nin mandası olan
Irak'a bırakılmıştır.[25]
Musul sorunu sırasında patlak veren Şeyh
Sait ayaklanması da Türkiye’nin diplomasi manasında güç duruma düşürmüş hem de
askeri ve ekonomik olarak zayıflamıştı. Türkiye’nin Türklerle Kürtlerin kader
birliği içinde bulunduğunu ileri sürdüğü bir dönemde bu ayaklanma, İngiltere’yi
diplomatik pazarlıkta güçlendirmişti. Öyle ki, Türkiye’nin Türklerle Kürtlerin
aynı ırktan geldiği ve birlikte yaşama iradesi gösterdiklerini ileri sürdüğü
bir ortamda bu ayaklanmanın patlak vermesi, İngilizlerin “Şu anda bile savaş
halindesiniz” şeklindeki itirazlarına gerekçe sağlamıştı. [26]
Türkiye'nin, 5 Haziran 1926'da İngiltere
ile Ankara Antlaşması'nı imzalayarak, Musul'un
İngiltere'nin mandası olan Irak'a ait
olduğunu kabul etmesinin sebepleri şunlardır:
1)
Mudanya Mütarekesi'nden 10 ay kadar sonra
ancak 24 Temmuz 1923 'te imzalanan Lozan Antlaşması'nda, Musul Meselesinin
çözümlenememesi ve dokuz ay içinde İngiltere ile Türkiye arasında yapılacak
görüşmelere bırakılması.
2)
Musul Sorunu ‘nu çözümlemek amacıyla, 19 Mayıs
1924'te başlayan ve 5 Haziran 1924'te sona eren İstanbul/Haliç Konferansı'nda
İngilizlerin Hakkâri bölgesini de istemeleri ve görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamaması.
3)
İngiltere'nin Musul Meselesini 6 Ağustos
1924'te Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam)'ne götürmesi, bir gün sonra 7
Ağustos 1924'te Nasturilerin Hakkâri bölgesinde isyan etmeleri, ağustos ayı
sonunda isyanın bastırılması. [27]
4)
Nakşibendî Tarikatı'na mensup Şeyh
Sait'in, 13 Şubat 1925'te Genç iline bağlı Piran'da isyan başlatması, isyanın
kısa sürede Güneydoğu Anadolu'ya yayılarak, Anadolu'nun bütünlüğünü tehdit
edecek boyutlara ulaşması, isyanın ancak ülke genelinde seferberlik ilanından
ve Mustafa Kemal'in halkı Cumhuriyeti korumaya davet etmesinden sonra 12 Nisan
1925'te bastırılması.
5)
Nasturi ve Şeyh Sait isyanlarının etkisiz
hale getirilmesi sırasında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin muharebe gücü
etkinliğinin çok zayıflamış ve ekonomik yük getirmiş olması.
6)
Türkiye'nin henüz üye olmadığı, Milletler
Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam)'nin, İngiltere'nin etkisiyle 16 Aralık 1925'te,
Musul'u bu ülkenin mandası altında bulunan Irak'ın sınırları içine dâhil
edilmesi kararını alması.
7)
Türkiye'nin, Milletler Cemiyeti'ne üye
olabilmek için, o günün koşullarında dünyanın süper gücü rolünü oynayan
İngiltere'nin politik desteğine ihtiyaç duyması. [28]
8)
Türkiye'nin Lozan Barış Antlaşması'nda
uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakılan Çanakkale ve İstanbul
Boğazları'nı tekrar egemenliği altına almak istemesi.
9)
4 Haziran 1878'den itibaren Kıbrıs'ı, 15
Kasım 1918'den sonra Irak'ı egemenliğinde bulunduran İngiltere'nin ve Suriye'yi
mandasına alan Fransa'nın güneyden. Trablusgarp Savaşı'nda 12 Adaları alan
İtalya'nın batıdan Türkiye'yi tehdit etmeleri.
10)
Mustafa
Kemal Paşanın, Trablusgarp Savaşı'ndan itibaren, Milli Mücadele'nin sonuna
kadar (1911-1923) 12 yıl süren fiili savaş, 1923-1926 yılları arasında üç yıl
süren dolaylı savaş haline son vererek: "Yurtta sulh, cihanda sulh"
politikasını uygulama alanına koymak istemesi, Balkan Antantı ve Sadabat
Paktı'nın önkoşullarını hazırlaması.[29]
11)
Türkiye'nin yeniden inşası, tarım, sanayi
ve hizmetler sektörlerinin geliştirilmesi için, İngiltere'nin sermayesinden
istifade edilmesinin düşünülmesi.
12)
Rusya hariç, diğer sanayi ülkeleriyle yeterli
seviyede ilişki kuramayan Türkiye'nin, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra,
dünyanın süper gücü olan İngiltere'nin, tecrit politikasından kurtarılarak,
ulaştırma ve muhabere, sosyal, politik, ekonomik, askeri, ilmi ve teknolojik
milli güç unsurlarını geliştirme projesi.
13)
Nasturi ve Şey Sait İsyanları'ndan sonra, Reçkotan,
Raman. Pervari, Sason, 16 Mayıs-17 Haziran 1926'da Ağrı isyanlarının çıkması ve
Ağrı İsyanı'nın halen devam etmesi.
14)
Mustafa Kemal Paşanın Ankara Antlaşması'nı
kabul etmesinde; Türkiye'nin kısa vadede bölgesinde (Balkanlar, Kafkaslar ve
Orta Doğu), orta vadede dünyada etkili bir devlet haline getirilerek, Lozan'da
çözümlenemeyen sorunlar için, uygun koşulların oluşturulması, uzun vadede
İngiltere'nin de desteğini almak suretiyle Misak-ı Milli'nin tam olarak
gerçekleştirilmesinin sağlanması düşüncesinin olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye'nin, 1936'da Boğazlar, 1938-1939 yıllarında Hatay Sorunlarını
İngiltere'nin desteği ile çözebilmesi, bu düşünceleri teyit eden emarelerdir.[30]
SONUÇ
Musul çok zor bir coğrafyadır ve Misak-ı
Milli sınırları içerisindedir. Musul Meselesi'nin çıkışından itibaren Mustafa
Kemal Paşa, Musul'un Misak-ı Milli sınırlarına kazandırılması doğrultusunda
çaba göstermiş, çeşitli demeçlerinde Musul'un anavatanın ayrılmaz bir parçası
olduğunu tekrarlamıştır. Hatta Lozan Görüşmelerinin çıkmaza girmesi üzerine Musul'u
savaşarak almak görüşü ağır basmış, Kazım Karabekir Paşa'ya Musul'un geri
alınması için teklifte bulunulmuş,"4 ancak gerek Şeyh Sait isyanı
nedeniyle gerekse İtalya ve Fransa'nın bu savaşta İngiltere ile birlikte hareket
edeceği tehlikesi nedeniyle bu düşüncenin hayata geçirilebilmesi mümkün
olamamıştır.
Musul meselesi nedeniyle Türkiye'nin karşı
karşıya kaldığı ülke İngiltere ise, o dönemde dünyanın en güçlü devletidir.
Ekonomik alanda çok güçlü olan İngiltere'nin, siyasi alanda da çok güçlü
olmasına karşın, Türkiye hem ekonomik açıdan fakir hem de buna paralel olarak
siyasi açıdan da güçsüz ve yalnızdır. İngiltere görüşmelerde son derece
hazırlıklı, Türkiye ise,
İngiltere kadar hazırlıklı değildir.
Kaynakça
Kitaplar ve Makaleler
BAĞCI,
Hüseyin- vd. (2013), Türk Dış Politikası,
C.1, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
BALCI,
Ali (2017), Türkiye Dış Politikası
İlkeler, Aktörler ve Uygulamalar, İstanbul: Alfa Yayınları.
CHOUEIRI,
Youssef (2012), Orta Doğu Tarihi, İstanbul:
İnkılap Yayınları.
CLEVELAND,
Wiliam (2008), Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul:
Agora Kitaplığı.
DUMAN,
Sabit (2010), Modern Ortadoğu’nun
Oluşumu, İstanbul: Doğu Kütüphanesi.
GELVİN,
James (2016), Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul:
Timaş Yayınları.
KARPAT,
Kemal (2015), Türk Dış Politikası Tarihi,
İstanbul: Timaş Yayınları.
KEMAL,
Cemal (2007, Kasım), “Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul
Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 40, S.
643-691.
KISIKLI,
Emine (1999, Kasım), “Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten Günümüze
Musul
Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü
Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 24, S. 487-526.
MANGO, Andrew (2011), Modern Ortadoğu’nun
Kuruluşu, İstanbul: Remzi Kitabevi.
MÜEZZİNOĞLU, Ersin (2016, Nisan), “Lakarno ve
Musul Kıskacında Türk Dış Politikası”, İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi,
Sayı 5, S. 641-676.
ORAN,
Baskın (2016), Türk Dış Politikası
Kurtuluş Savaşıdan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Ed. Baskın Oran,
C.1, İstanbul: İletişim Yayınları.
ÖZTÜRK,
Hasan (2016), Modern Orta Doğu Siyasi
Tarihi, İstanbul: Bilgesam Yayınları.
SAKİN,
Serdar (2007, Güz), “Mustafa Kemal
Atatürk’e Göre Musul Sorunu”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve
İnkılap Tarihi Enstitüsü Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı 6, S.
117-134.
SAWASH, Muhammed Ali, (2008), Lozan Antlaşması ve Musul Sorunu Çözümü, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Yüksek
Lisansı Tezi).
ŞAHİN, İsmail, vd,
(2014), “Birinci Dünya Savaşı Sonrası
İngiltere’nin Irak’ta Devlet Kurma Çabaları”, Gazi Akademik Bakış, c.: 8, Sayı.:
15, S. 105-132.
TUNCER,
Hüner (2008), Atatürkçü Dış Politika, İstanbul:
Kaynak Yayınları.
ULUSAN,
Şayan (2008), “Türkiye’nin Milletler
Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) Girişi -Öncesi ve Sonrası-” Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı: 7, S. 237-258
UYAR,
Elif (2009), Türk-İngiliz Siyasal
İlişkileri (1929-1936), Antalya: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Yayınları.
YAZAR,
Yusuf (2017), Ortadoğu’nun Son Yüzyılı
(1901-2017) Ateş Sarmalında Kaosun Yükselişi, İstanbul: Büyüyenay
Yayınları.
YAZICI,
Nevin (2011, Güz), “1926-1956 Dönemi Türk
Dış Politikasında Musul Sorunu”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı
14, S. 133-179.
YILMAZ, Türel (2015), Uluslararası Politikada Ortadoğu, Ankara: Barış Platin Yayınları.
İnternet Kaynakları
BAYRAKTAR,
Bayram (2015, Ocak), “Atatürk’ün Orta
Doğu Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Tarih ve Medeniyetler Tarihi
Dergisi, Cilt 2, Erişim Tarihi: 07.04.2018, http://www.ayk.gov.tr
EYİCİL,
Ahmet – HAMADLAK, Peyman (2015), “Türkiye - Irak İlişkilerinde Musul Sorunu”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, C. 12, Sayı 2, Erişim Tarihi: 10.03.2018, http://www.sbd.ksu.edu.tr
TÜRKMEN,
İlter (2014), “ Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu Politikası”, Bilge Adamlar
Stratejik Araştırma Merkezi, Erişim Tarihi: 07.04.2018, www.bilgesam.org
KILIÇ,
Sezen, (t.y) “Musul Sorunu ve Lozan”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 71, Erişim
Tarihi: 10.03.2018, http://www.atam.gov.tr
[1] Baskın Oran, Türk
Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.261
[2] Oran, a.g.e., C.I.,
s.262.
[3] Sawash. H. Muhammed Ali, Lozan Antlaşması ve Musul Sorunu Çözümü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008, s. 50.
[4] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.260
[5] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.261
[6] Elif Uyar, Türk-İngiliz Siyasal İlişkileri (1929-1936),
Antalya, 2009, 1. Baskı, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Yayınları, s.46
[7] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.263
[8] Emine Kısıklı, “Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten
Günümüze Musul Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 24, Kasım
1999-2003 s.518
[9] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.263
[10] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.264
[11] Emine Kısıklı, “Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten
Günümüze Musul Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 24, Kasım
1999-2003 s.520
[12] Şayan Ulusan, “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i
Akvam) Girişi – Öncesi ve Sonrası-”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları
Dergisi, Sayı: 7, 2008, s. 6
[13] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.265
[14] Şayan Ulusan, “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i
Akvam) Girişi – Öncesi ve Sonrası-”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları
Dergisi, Sayı: 7, 2008, s. 6
[15] Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası İlkeler, Aktörler ve
Uygulamalar, İstanbul, 2017, 1.Baskı, Alfa Yayınları, s.57
[16] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.267
[17] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.268
[18] Hüner Tuncer, Atatürkçü Dış Politika, İstanbul, 2008,
1.Baskı, Kaynak Yayınları, s.105
[19] Elif Uyar, Türk-İngiliz Siyasal İlişkileri (1929-1936),
Antalya, 2009, 1. Baskı, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Yayınları, s.52
[20] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.680
[21] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.268-269
[22] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.269
[23] Emine Kısıklı, “Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten
Günümüze Musul Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 24, Kasım
1999-2003 s. 524
[24] Emine Kısıklı, “Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten
Günümüze Musul Meselesi”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 24, Kasım
1999-2003 s. 525
[25] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.680
[26] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, 2016, 21.Baskı, İletişim
Yay., C.I., s.267
[27] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.681
[28] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.682
[29] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.683
[30] Cemal Kemal, “Birinci
Dünya Savaşı ve Sonrasında Musul Meselesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi,
S 40, Kasım 2007, s.684
Yorumlar
Yorum Gönder