Suriye Örnek Vakası - Ulusal Güvenlik ve Çatışma Üzerine Analiz ve Çözümleme
Dış politikanın temel
hedeflerinden bir tanesi ulusal güvenliğin sağlanmasıdır. Bir taraftan ulusal
güvenlik temel bir hedefken diğer taraftan kavramın gerçek anlamıyla ilgili
ciddi bir belirsizlik söz konusudur. Ulusal güvenliğin geleneksel anlamı çoğu
kere ulus devletin askeri saldırı türünden dış tehditlere karşı fiziki
varlığının korunması ve varlığını devam ettirmesinin sağlanması fikriyle
ilişkilendirilse de bu, kesinlikle başka anlamların olmadığı anlamına
gelmez. II. Dünya Savaşı sonrasında ‘ulusal güvenlik' araştırmacılar ve
politika yapıcılar tarafından yaygın şekilde kullanılmaya başlar.
Tek bir ulus, savaştan
kaçınmak için meşru çıkarlarından fedakarlıkta bulunmak zorunda değilse ve meydan
okumayla karşılaştığında çıkarlarını savaş yoluyla koruyabilecek durumdaysa o
ulus güvendedir. Ulusal güvenlik yaşam tarzının korunmasıdır. Askeri saldırı ya
da zorlamaya maruz kalmamayı ve yıkıcı faaliyetlerle karşılaşmamayı veya yaşamın
kalitesi bakamından temel nitelikli olan siyasi, ekonomik ve sosyal değerlerin yıkımından
uzak kalmayı içerir. Ulusal güvenlik, temel değerlerin korunmasıyla, yani
değerlerin korunması bağlamında tehditlerin belirlenmesi ve politikaların
benimsenmesiyle ilgili bir şeydir. Ulusal güvenlik, bir ulusun içerideki değerleri
dış tehditlere karşı koruma yeteneğidir.
Savunmacı realizme göre
devletler temelde güvenliklerini maksimum düzeyde sağlamaya çalışmaktadırlar.
Savunmacı realistlere göre uluslararası sistem sadece ılımlı davranışlar için destek
sağlamaktadır, güvenliği sağlamak için yayılmacı politikalara ihtiyaç yoktur,
çünkü uluslararası sistem temelde iyi huyludur. Savunmacı realistler, devletin
varlığının devam ettirilmesi için hâkîm güç yerine uygun güç “yani
şartlara göre değişkenlik gösterebilen politikalar” elde etmeye yönelik
dış politika uygulanmasını tavsiye ederler. Onlar yayılmacı dış politikaların,
diğer devletleri dengeleyici koalisyonlar oluşturmaya yönelttiği için
genellikle ters etki yarattığını ileri sürerler. Saldırgan realizm ise
devletlerin başka devletlere göre daha fazla güçlenme yönünde sürekli fırsatlar
peşinde koştuklarını ve böylece gücü maksimum düzeye çıkarmaya çalıştıklarını
vurgular. Savunmacı realistlerden farklı olarak saldırgan realistler güvenliğin
uluslararası sistemde bolca bulunduğuna inanmazlar. Savunmacı realistlerin
düşündüğü gibi dengeleme davranışının sık sık ortaya çıktığını ve etkili
olduğunu da düşünmezler.
Devletler, diğer devletlerin günümüzde ve gelecekte niyetlerinin ne olacağı hususunda derin bir belirsizlik hissine sahip olmaları nedeniyle dış politika yapıcıları devletin gücünü mümkün olabildiğince en üst düzeye çıkarmaya çalışmaktadırlar. Saldırgan realistlerin gözünde ulusal güvenliği sağlamanın en iyi yolu uluslararası sistemde en güçlü devlet olmaktır. Daha güçlü devletler daha zayıf devletlere göre saldırıya daha açıktır. Bu yüzden saldırgan realistler bütün devletlerin diğer devletlere göre güçlerini artırmak için sürekli fırsatlar peşinde koştukları sonucuna ulaşmıştır.
Devletler, diğer devletlerin günümüzde ve gelecekte niyetlerinin ne olacağı hususunda derin bir belirsizlik hissine sahip olmaları nedeniyle dış politika yapıcıları devletin gücünü mümkün olabildiğince en üst düzeye çıkarmaya çalışmaktadırlar. Saldırgan realistlerin gözünde ulusal güvenliği sağlamanın en iyi yolu uluslararası sistemde en güçlü devlet olmaktır. Daha güçlü devletler daha zayıf devletlere göre saldırıya daha açıktır. Bu yüzden saldırgan realistler bütün devletlerin diğer devletlere göre güçlerini artırmak için sürekli fırsatlar peşinde koştukları sonucuna ulaşmıştır.
Realistler ulusal
güvenliğin nihai olarak bireysel bir çaba olduğunu iddia ederler. Onlara göre
devletler kendi başının çaresine bakma temelinde hareket ederler, yani her devlet
anarşik uluslararası sistemde varlığını devam ettirebilmek için uygun tedbirler
almak durumundadır. Realistler devletin kendi varlığını başka bir aktöre ya da
Birleşmiş Miletler gibi uluslararası bir kuruma emanet etmesinin mantıklı bir
hareket olduğunu düşünmez. Güvenlik, sadece kendi başının çaresine bakma
yoluyla sağlanabilen bir şeydir. Her devlet ulusal güvenliğini sağlamak için
kendi tedbirlerini almak durumundadır.
Ulusal güvenliğin sağlamamasının birçok nedeni vardır. Birincisi devlet basitçe ulaşılamayacak derecede kapsamlı bir güvenlik düşüncesine sahip olabilir. İkincisi devletin ulusal güvenlik vizyonunu uygulayacak kapasitesi olmayabilir. Üçüncüsü devlet makul ulusal güvenlik anlayışına ve onu uygulamaya yönelik uygun araçlara sahip olsa bile realistlerin vurguladığı üzere anarşik sistem güvenliğe ulaşmanın önünde engel oluşturmaktadır. “Türkiye’nin Suriye’de yaşamış olduğu kriz ve çatışmalar uluslararası sistem ve onun büyük oyuncularının bu krizi sürdürmek istemeleri, uluslararası alandaki güç mücadelelerini coğrafyalarından uzak topraklarda gerçekleştirmek istemeleri, mevcut çatışmadan menfaatler elde etmeleri nedeniyle varlığını sürdürmektedir.” Devletin ulusal güvenliğini sağlayabilmesi diğer devletlerin davranışına da bağlıdır.
Devletler bireysel düzeyde ulusal güvenlik peşinde koşarken rasyonel davranmaları, toplamda rasyonel olmayan sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Bunun en iyi örneği güvenlik çıkmazı olarak bilinen şeydir, yani bir devletin güvenliğini sağlama çabası başka devletlerin güvensizliğini ateşlemektedir. “Suriye örneğinde yaşanan durumda tam olarak budur. Esed kendi otorite ve iktidarını koruyabilmek adına ülke genelinde bir çatışma ortamı oluşturmuş, bu çatışma ortamında devlet çoğu bölgeyi yaşanmaz hale getirmiş, otorite boşluğu ortaya çıkmış, ülke terör unsurlarına açık hale gelmiş, sürekli çatışmalar yoğun mülteci akınlarına neden olmuş ve böylelikle bir devletin ve karar vericinin kendince rasyonel bir karar olarak uyguladığı politikalar diğer aktörleri kötü olarak etkilemiştir.”
Bir devletin askeri hazırlıkları, bu hazırlıkların savunma amacıyla yani belirsizliklerle dolu dünyada güvenliğini güçlendirmeye yönelik mi olduğu, yoksa saldırgan amaçlı statükoyu kendi avantajına değiştirmeye yönelik mi olduğu konusunda başka devletlerin kafasında çözümlenemez bir belirsizlik yarattığında güvenlik çıkmazı ortaya çıkmaktadır. Bu türden güvenlik anlayışının dünyanın bazı istikrarsız bölgelerinde ortaya çıktığı görülmektedir. Devletler birbirine güvenmekte zorlanmakta ve genellikle karşı tarafın niyetini olumsuz şekilde değerlendirmektedir. Bu bağlamda bir devletin tamamen savunmaya dönük ulusal güvenlik amaçlamakta da olsa askeri hazırlıklar gerçekleştirmesi, komşu devletler tarafından tehdit edici olarak algılanmakta ve onlar da benzer tutum içine girmektedirler.
Realistler ulusal güvenliği sağlamanın en iyi yolunun güç biriktirmek ve diğer devletlerin hâkim güç elde etmelerini engellemek olduğu tavsiyesinde bulunurlar. Güç dengesi şuna dikkat etmektedir: bir devletin ya da birkaç devletin varlığı hegemon bir devlet ya da güçlü devletler koalisyonu tarafından tehdit edilirse, bu devletler karşı tarafın gücünü kontrol altında tutarak kendi bağımsızlıklarını koruma bağlamında kendi askeri imkânlarını artırmalı (iç dengeleme) ya da resmi bir ittifak kurarak güçlerini bir araya getirmelidirler (dış dengeleme). Güç dengesi mekanizması bir devletin ya da devletler koalisyonunun diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmadığı bir denge durumunun oluşturulmasını öngörür.
Ulusal güvenliğin sağlamamasının birçok nedeni vardır. Birincisi devlet basitçe ulaşılamayacak derecede kapsamlı bir güvenlik düşüncesine sahip olabilir. İkincisi devletin ulusal güvenlik vizyonunu uygulayacak kapasitesi olmayabilir. Üçüncüsü devlet makul ulusal güvenlik anlayışına ve onu uygulamaya yönelik uygun araçlara sahip olsa bile realistlerin vurguladığı üzere anarşik sistem güvenliğe ulaşmanın önünde engel oluşturmaktadır. “Türkiye’nin Suriye’de yaşamış olduğu kriz ve çatışmalar uluslararası sistem ve onun büyük oyuncularının bu krizi sürdürmek istemeleri, uluslararası alandaki güç mücadelelerini coğrafyalarından uzak topraklarda gerçekleştirmek istemeleri, mevcut çatışmadan menfaatler elde etmeleri nedeniyle varlığını sürdürmektedir.” Devletin ulusal güvenliğini sağlayabilmesi diğer devletlerin davranışına da bağlıdır.
Devletler bireysel düzeyde ulusal güvenlik peşinde koşarken rasyonel davranmaları, toplamda rasyonel olmayan sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Bunun en iyi örneği güvenlik çıkmazı olarak bilinen şeydir, yani bir devletin güvenliğini sağlama çabası başka devletlerin güvensizliğini ateşlemektedir. “Suriye örneğinde yaşanan durumda tam olarak budur. Esed kendi otorite ve iktidarını koruyabilmek adına ülke genelinde bir çatışma ortamı oluşturmuş, bu çatışma ortamında devlet çoğu bölgeyi yaşanmaz hale getirmiş, otorite boşluğu ortaya çıkmış, ülke terör unsurlarına açık hale gelmiş, sürekli çatışmalar yoğun mülteci akınlarına neden olmuş ve böylelikle bir devletin ve karar vericinin kendince rasyonel bir karar olarak uyguladığı politikalar diğer aktörleri kötü olarak etkilemiştir.”
Bir devletin askeri hazırlıkları, bu hazırlıkların savunma amacıyla yani belirsizliklerle dolu dünyada güvenliğini güçlendirmeye yönelik mi olduğu, yoksa saldırgan amaçlı statükoyu kendi avantajına değiştirmeye yönelik mi olduğu konusunda başka devletlerin kafasında çözümlenemez bir belirsizlik yarattığında güvenlik çıkmazı ortaya çıkmaktadır. Bu türden güvenlik anlayışının dünyanın bazı istikrarsız bölgelerinde ortaya çıktığı görülmektedir. Devletler birbirine güvenmekte zorlanmakta ve genellikle karşı tarafın niyetini olumsuz şekilde değerlendirmektedir. Bu bağlamda bir devletin tamamen savunmaya dönük ulusal güvenlik amaçlamakta da olsa askeri hazırlıklar gerçekleştirmesi, komşu devletler tarafından tehdit edici olarak algılanmakta ve onlar da benzer tutum içine girmektedirler.
Realistler ulusal güvenliği sağlamanın en iyi yolunun güç biriktirmek ve diğer devletlerin hâkim güç elde etmelerini engellemek olduğu tavsiyesinde bulunurlar. Güç dengesi şuna dikkat etmektedir: bir devletin ya da birkaç devletin varlığı hegemon bir devlet ya da güçlü devletler koalisyonu tarafından tehdit edilirse, bu devletler karşı tarafın gücünü kontrol altında tutarak kendi bağımsızlıklarını koruma bağlamında kendi askeri imkânlarını artırmalı (iç dengeleme) ya da resmi bir ittifak kurarak güçlerini bir araya getirmelidirler (dış dengeleme). Güç dengesi mekanizması bir devletin ya da devletler koalisyonunun diğerleri üzerinde hâkimiyet kurmadığı bir denge durumunun oluşturulmasını öngörür.
Çatışmaların çözüm
aşamalarında farklı adımların, araçların kullanılması gerekmektedir. Her bir
aşamada farklı sivil ve askeri araçların kullanılması uygundur. O nedenle
çatışmanın hangi düzeyde olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Eğer uygun
dönemde gerekli olan araçlar kullanılmaz ise, sorunlar çıkmaza girebilir.
Çatışmanın ilk
dönemlerinde önleyici/zorlayıcı diplomasiye başvurulmaktadır. Önleyici/zorlayıcı
diplomasi, tarafları, çatışmaya girmemeleri konusunda ikna etmek için sınırlı
güç kullanımına veya başka yaptırımlar ile tehdit etmeyi içeriyor. Birleşmiş
Milletler operasyonları ve bölgesel örgütler, çatışma ihtimali olan tarafları
birbirlerinden uzak tutarak, diplomatik görüşmeleri gerçekleştirerek insani ve teknik yardımlarda bulunarak sorunu çatışmaya
dönüşmeden çözmeye gayret etmelidir. Yine bu dönemde, ağırlıklı olarak sivil
araçlar kullanılmalıdır. Askeri araçlara sadece bu çabaları desteklemek için başvurulmalıdır.
Bu dönemde başvurulan yöntemler şunlardır: Siyasi koordinasyon, mali yardım,
hukuki araçlar, polis, arabuluculuk, seçimleri ve insan hakları ihlallerini
gözlemleme, lojistik/istihdam hizmetleri, ekonomik ve siyasi kalkınma
hamleleri, sivil idarenin kurulması girişimleri, insani yardım, temel insan
haklarını koruma, çevresel sorunlara çözüm bulma, siyasi diyalog, siyasi ve
kültürel değişimler, ülke sınırlarının güvenliğini sağlama, uluslararası suçlar
ile mücadele, bağımsız medyayı desteklemek. Bu yöntemler sayesinde taraflar
arasında karşılıklı iş birliğini geliştirerek ve sorun teşkil eden konuları
çözerek tarafların çatışmasını önleme hedeflenmelidir.
Çatışmanın tırmandığı ve
yoğun olarak yaşandığı bir evrede ise çözüm aşamasında, sivil ve askeri
yöntemler birbirlerini destekleyecek şekilde iş birliği yapmalıdır. Bu aşamada,
sivil yöntemler, askeri yöntemleri desteklemelidir.
Çatışmalar hala sürerken üçüncü devletler, ateşkesi
gözlemleyebilir, silahsızlanma, çatışan askeri birlikleri konuşlandırmak,
askersiz bölgeler oluşturmak, milis güçlerinin yeniden evlerine geri
dönmelerine yardımcı olmalıdır.
Askeri araçlar, sahada güvenliği sağlamaya
çalışırken, sivil unsurlarda şu görevleri yerine getirebilir: Sosyal, siyasi ve
ekonomik yapıları, yeniden inşa ederek, toplumdaki hayatı normalleştirmeye çalışır.
Sivil seçimleri düzenleme ve gözlemleme, tarafsız medyayı destekleme, sivil
toplum kuruluşlarının ve siyasi partilerin kuruluşlarına yardımcı olma, hukukun
üstünlüğünü inşa etme, devlet memurlarını yetiştirme, devlet okullarını yeniden
faal hale getirme, tarafsız barışı tesis edecek komisyonlar kurma.
Çatışma sonrası yeniden yapılandırma
sürecinde, siyasi, askeri, güvenlik ve insani boyutlar devreye girmektedir. Bu süreçte
çatışmaya neden olan tüm sebepleri ortadan kaldırılması için yoğun çaba
harcanmalıdır. Barış kalıcı hale getirmelidir.
Suriye özelinde ülkenin
tamamında halkın iradesine dayanan bir otorite tüm ülke sınırlarında barışı ve
güvenliği tesis etmelidir. Uluslararası toplumun ve üçüncü tarafların bu sürece
dâhil olması bu amaçların gerçekleşmesini destekler nitelikte olmalıdır. Üçüncü
taraflar, çatışanlara tarafsız bir şekilde barışın sürdürülmesi için güvenceler
verebilmelidir. Bu süreçte atılacak adımlar şunlardır: Ulusal orduyu yeniden
kurma ve muhalifleri yeni ulusal orduya dahil etme, dahil olmayanlara uzun
vadeli iş imkanı ve yaşam olanağı sunma, halkı silahsızlandırma, hukukun
üstünlüğünü yeniden kurma, silahları ortadan kaldırma veya bir yerde toplama,
yerinden edilen insanları yeniden toplum hayatına entegre etme, yargı sistemini
yeniden işler hale getirme, seçimleri gözlemleme, devlet kurumlarını yeniden
işler hale getirme, siyasi hayata katılımı destekleme, sosyal ve ekonomik
kalkınmayı sağlama.
Suriye örnek vakası
üzerinden gittiğimizde mevcut çatışmanın tırmanmasında, büyük devletlerin hegemonya
yarışı ve kaostan beslenmeleri etkenler arasındadır. Bölgedeki otorite
boşluğundan faydalanmaya çalışan Rusya tarihi emeli olan sıcak denizlere inme
sevdasına mevcut çatışmanın varlığından faydalanarak ulaşmıştır. İran ise
ulusal güvenliğini sınırlarının ötesine taşıyarak sınırları içerisinde güvende olmayı
hedeflemiş ve bunu sahada uygulamayı başarmıştır. İran, Irak ’da Haşdi Şabi,
Suriye’de Kudüs Gücü, Afganistan’da Taliban, Lübnan’da Hizbullah ile sınırlarının
ötesinde güvenlik çemberini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu güvenlik anlayışı ile
Suriye’deki çatışmadan faydalanan bir devlet rolüne bürünmüştür. Büyük güçler
için bir satranç tahtasına dönüşen Suriye coğrafyası Türkiye’nin ulusal
güvenliği için bir tehdit unsuru haline gelmiştir.
Türkiye uluslararası siyasette artık kendi şahsiyeti ile var olmalıdır. İnsanlığı ve yaşamları hiçe sayan bu güç mücadelesine, tarihine ve şahsiyetine yakışan şekilde hareket etmelidir. Çatışmaları sonlandıracak adımlar atarak bölgesini bir huzur yuvası haline getiren öncü bir devlet olmalıdır.
Türkiye uluslararası siyasette artık kendi şahsiyeti ile var olmalıdır. İnsanlığı ve yaşamları hiçe sayan bu güç mücadelesine, tarihine ve şahsiyetine yakışan şekilde hareket etmelidir. Çatışmaları sonlandıracak adımlar atarak bölgesini bir huzur yuvası haline getiren öncü bir devlet olmalıdır.
Türkiye, dünya siyasi
coğrafyasının sıradan bir devleti şeklinde varlığını idame ettirme şansına
sahip değildir. Ya çetin güçlükleri göze alarak etkin olarak bir medeniyet
ekseni oluşturma çabasına girişecektir ya da başkaları (zalim devletler)
tarafından oluşturulmuş bir medeniyet ekseninin takipçisi bir devlet olarak
bütün itibarını yitirecektir. Toplumsal aidiyet hissinin, güçlü bir tarihi ve kültürel
bir temele oturtulması ve bu aidiyetten beslenen bir fikir dünyasının, dünya
siyaseti ile ilgili yeni ufuklar ve idealler ortaya koyması gerekmektedir.
“Allah, içinizden, iman
edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı
gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı
olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından
kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar
bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler
inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur
Suresi 55. Ayet)
Yorumlar
Yorum Gönder