Felaketler Dünyası İnşa Edenler
Günümüzde içinde
yaşadığımız dünya birtakım insanlar tarafından yaşanılamaz hale
getirilmektedir. Yaklaşık 7 milyar insan yaşamaktadır yeryüzünde. Bunların
hepsi yaratılış olarak dünyadan aynı şekilde faydalanma hakkına sahiptirler. Ancak
kendisine yetenden daha fazlasına göz diken, hakkı olmayanı da elde etmeye
çalışan insanların varlığından dolayı dünyamız yaşanılamaz bir hale
gelmektedir. Dünya’nın bir tarafında refah var, bir tarafında sefalet var. Örneğin
Zimbabwe’de ortalama yaşam beklentisi 1970’li yıllarda 56 iken bu rakam 1990’lı
yıllarda 33’e kadar düşmüştür. Bu rakam İngiltere için kıyasladığımızda 72’den
78’e çıkmıştır. Yapılan hesaplamalara göre 20 sene sonra Zimbabwe’de ortalama
yaşam süresinin 20 seneye düşeceği, yani 5 milyon nüfusa sahip Zimbabwe
halkının yok olacağı anlamına gelmektedir. Buna rağmen modern sömürgeci
devletler hala Zimbabwe’yi nasıl sömürebilirim, akbaba gibi leşten ne
koparabilirim bunu düşünmektedirler. Kitleler bu ülkede sefalete terk
edilmiştir tüm insanlık tarafından. Bu ve benzeri durumlardan yalnızca
sömürgeci devletler değil buna göz yuman, ekonomik ve siyasi gücü olan
devletlerde sorumludur.
Bunların yanında bu
fakirlerin, ezilenlerin yanında ezenlerin haline bakacak olursak, dünyanın
toplam üretimi yaklaşık 32 trilyon dolardır. Fakirliğin ortadan kaldırılması
için gereken kaynak dünya üretiminin %1’i yani yaklaşık 315 milyar dolardır.
Dünya üretiminin %1’ini versek, diğer bir ifadeyle zekatımızı versek (bu ifade
yalnızca Müslümanlar için geçerlidir) dünyada fakir kalmaz.
Gelişmiş 6 ülkenin kedi
ve köpek mamaları için 9 günde harcadığı para 700 milyon dolardır. Hayvanlara
gösterilen merhametin insanlara da gösterilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
UNDP’nin araştırmasına
göre 2015 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarısı günlük 1 doların altında
gelirle yaşamaktadırlar. Bu da dünya açlığını felakete doğru götürmektedir.
Dolayısıyla bu sistemin,
bu düzenin yürümesi mümkün değildir. Bu düzen ezen ezilen düzenidir. Haklar gasp
edilmiştir, insanlar kötü hayat koşullarına mecbur bırakılmış, adalet değil
güçlünün istekleri tesis edilmiştir. Bu düzen bir doğal akış içerisinde
gerçekleşmemiştir. İnsanların ve bazı devletlerin müdahaleleri sonucu dünya
bugün içinde bulunduğu duruma gelmiştir. Hatta bu açlık ve sefalet düzenini
inşa edenler, sebep olanlar, bunları normalleştirmek, olağanlaştırmak için
akıllara bunu empoze etmeye başladılar.
Örneğin iktisadı tanımlarken “iktisat,
kıt kaynaklarla, sonsuz insan ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için malların
üretim ve değişimini inceleyen bilimdir.” denilmiştir. Ancak burada iki yanlış bulunmaktadır.
Birincisi “kıt
kaynaklar” ifadesidir. Yüce Allah dünyayı yaratırken bundan insanların
faydalanacağı ve ihtiyaçlarını karşılayabileceği şekilde yaratmıştır. Normal
olarak herkesin açgözlülük yapmadan nimetlerden faydalanması halinde kaynaklar
herkese yetecektir. Zaman zaman dünyada kıtlık ve kuraklık zamanları
yaşanmıştır ve günümüzde de olmaktadır. Ancak bu dünyanın tamimiyle böyle
olduğu anlamına gelmemektedir. Buradaki hata insandan kaynaklanmaktadır. Yani dünya
kendisi yaratılış itibariyle böyle değildir. Sorunlu olan insanlardır. Bu sorun
insanın açgözlülüğüdür.
Tanımdaki ikinci hata “sonsuz
insan ihtiyaçları” ifadesidir. İhtiyaç, bir kişinin hayatını idame
ettirebilmesi için gerekli olan varlık ya da koşullardır. Esasen insanların
sonsuz ihtiyaçları yoktur, sonsuz istekleri vardır. Yani insanların temel
gereksinimleri ihtiyaçlarıdır. Beslenme, barınma, yaşamını sürdürme gibi v.s.
Ancak sorunun ortaya çıktığı nokta bazı insanların birden fazla insanın ihtiyacını
gidereceği kaynakları ve imkanları yalnızca kendisine ait olmasını istemesinden
kaynaklanmaktadır. Ve görmüş olduğunuz gibi bu durumu da bütün dünyada
olağanlaştırmak amaçlı bilimsel olarak böyle açıklamışlar ve tüm dünyaya
inandırmışlardır.
Dünya tarihine baktığımız
zaman 622’de Asr-ı Saadet’i izleyen yüzyılda İslam dünyaya hakimdi ve dünyada
bir saadet düzeni vardı. 1683’e kadar Müslümanlar, saadet dünyasının kurucusu,
bekçisi, muhafızı oldular. 1683’te Viyana’nın kuşatılması hedefi başarısız
olunca Batılılar maddi gücü ele geçirdiler. Yaklaşık 350 senedir yaptığı
çalışmaları derleyip toparlamak suretiyle dünya hakimiyetini tesis etmişlerdir.
Ve böylelikle günümüz dünyası kurulmuş oldu. Bu felaket ve güvensizlik dünyası
Batılı zihinlerin, güçlerin bir ürünüdür.
Bu felaketin temelinde
yatan sebep, batıl inançların “bizim ırkımız dünyanın efendisi olacak,
diğerleri bizim kölemiz olacak.” gayesidir.
Bu anlayış geçmişteki Firavunların,
Nemrutların anlayışıdır. Firavunlarda dünyaya ve insanlığa efendi olmaya
çalışmış, diğer insanlara zulüm etmiş, haklarına el koymuş ve bir felaket
dünyası inşa etmiştirler. Firavun ve Nemrutlar bunu yaparken “biz size
zulüm ediyoruz diye değil bunu yapmak bizim hakkımız olduğu için” anlayışıyla
hareket etmişlerdir. Çünkü kendilerini “ilah” olarak görmekteydiler. Bundan
dolayı da diğer insanların onlara köle olmasını, diğer insanlardan daha çok
dünya nimetine sahip olmalarını doğal bir hak olarak görmüşlerdir. İşte bu
yanlış hak anlayışı geçmişten günümüze belli zamanlarda dünyayı bir zulüm,
sömürü, yoksunluk dünyasına çevirmiştir. Yanlış hak anlayışı ve batıl inanç
sistemi bu bozuk düzenin temelidir.
Çözüm ise doğru hak
anlayışı ve hak inanç sistemi “yani İSLAM” ın önce zihinlerde hemen
akabinde davranışlarda ve sonuç olarak da bütün dünyaya yayılması ve hâkim
olmasındadır.
…
“bir sonraki yazım
bu yazının devamı niteliğinde olacaktır”
…
Yorumlar
Yorum Gönder